Hakikati Aramak
Kâinattaki en yüce ve kutsal güç hakîkattir. Hak, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Hakîkattan üstün başka bir şey yoktur. Yaratan Allah (cc.) ve yaratılmışların tamamı, İnsanlar ve diğer tüm canlıların mevcudiyeti hakîkattir. Ancak Allah (cc.) hâlık, diğerleri mahluktur.
Hakkın çoğulu, hakâyık ve hukuktur. Arapça olan bu kelime, gerçekler- haklar demektir. Adalet bu hakikati dengede ve ayakta tutmaktır. Mülkün temeli olan adaletin esası da HAKTIR.
Hak ve Hakîkatın zıddı ise bâtıldır. Yâni haksızlık, zulüm, küfür ve azgınlığın ortak adı BÂTILDIR. Bâtıl asla sürekli ve kalıcı olamaz, yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Hak ile bâtıl arasında çok ince ve hassas bir çizgi vardır, fakat her hangi bir ara yol yoktur. Yâni ikisini bir arada idare etmek mümkün değildir. Bu hareket tarzına münafıklık denir ki, batılın en şerefsizidir.
Hak ve Hakîkat çiğnense, üzeri örtülse, gadre ve zulme uğrasa da bir gün mutlaka ilâhî adalet tecelli eder, hakîkat gün yüzüne çıkar ve hak gâlip gelir. İmam-ı Gazâlî (r.a.) İhya-ı Ulûm adlı meşhur eserinde bunu güzel bir misalle şöyle ifade eder: “Hakîkat zincire vurulup denizin dibine atılsa, bir gün gelir zincirin halkaları paslanır, dağılır ve hakîkat olanca berraklığı ile meydana çıkar.”
Hak ve hakîkat üzere olmayanlar: Kâfirler, zalimler ve azgınlardır. Bunlar er veya geç hüsrana uğrayacak ve yanıldıklarını anlayacaklardır. Bu dünyada olmasa bile ebedî âlemde hakikati görecek, anlayacak ve yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Hz.Peygamberimiz:(s.a.v.) “Haklar elbette sahibine verilecektir. Hatta o gün boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan alınacaktır.” Buyurmuştur.
İşte bütün bu gerçekler karşısında; aklı-selim sahibi, hakka inanmış ârif kişilerin tavrı; dâima haktan yana olmak ve hakkı savunmak olmalıdır. Ara yol, ara formül yoktur. “Haklısın ama ne yapalım susuyoruz” demek, hakça bir tutum değildir.
Rüzgâra göre yön değiştirenler, haksızlık karşısında susanlar, gerçekleri bildiği halde söylemeyenler dilsiz şeytandırlar. Hele ki, haksızlığı desteklemek, haksızın yanında yer almak, zalime alkış tutmak, mazlumu tekmelemek, ne olursa olsun kalabalığa karışırım demek şeytanın askeri olmaktır. Çünkü önemli olan, zor ve garip zamanlarda hakka sahip çıkmaktır.
Gerçekler bazen işimize gelmeyebilir. Hatta aleyhimize ve bizim için acı olabilir. Bazılarının putuna dokunabilir. Netice itibariyle; hak ve hakikat nefsimize, ticarî, siyasî ve sosyal statümüze ters de olsa, dünyevî hiçbir ma’zeret bizi haktan ve hakikatten ayırmamalıdır.
İnandığımız gerçekleri güzel ve düzgün bir üslupla savunmalıyız. “Tek doğru benim doğrumdur” demeyip karşı fikre saygı göstermeliyiz. Bilmediğimiz şeyler vardır, yanılıyor olabiliriz. Yoksa karşımızdakine hakaret ederek, demagoji yaparak, alay ederek görüş belirtmek veya kaba kuvvet kullanmak edepsizlikten başka bir şey değildir. Bunun hiçbir faydası yoktur. Hatta bu tarz davranışlar karşınızdakinin kişilik hak ve hukukuna tecavüzdür. Azgınlık zulmün başka bir versiyonudur.
Fikre karşı fikirle mukabele edilir. İlmî seviyeniz müsaitse ilme karşı ilimle ve kaynak göstererek vakarlı bir duruş sergilersiniz. Büyüklerimiz: ”Müsademe-i efkârdan bârika-i hakikat doğar.” Demişler. Yani fikirlerin çarpışmasından, hakikat kıvılcımı doğar.
Hak birdir. Doğru tektir. Hiç kimse kendisini hakîkatın merkezi kabul edip, diğerlerini tekfir edemez. Elbette yolumuzun doğru olduğuna yürekten inanacağız. Ancak HAKÎKAT ARAYIŞI SÜRECEK. Zira doğruyu ancak Allah (c.c.) bilir. Bizim düşünce çizgimizden daha düzgün ve daha doğru kimseler de bulunabilir. Dolayısıyla hakikati tekelimizde görmeden karşı görüşlere de saygılı davranmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.