İran ve İsrail Ajanları
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyareti derin akisler uyandırdı. Bu ziyaret çok kritik ve toparlanma zamanına denk geldi. Bölgeyi kasıp kavuran birkaç temel tehlike var. Bunlardan birisi sekterizmi temsil eden İran, IŞİD ve İsrail belasıdır. İkincisi de seküler Şuubiye akımını temsil eden Kürt yayılmacılığıdır. Ulusal devletlerin çözülmesine paralel olarak İran’ın nüfuzunun Obama idaresi eşliğinde önlenemez yükselişi ürkütücü boyutlara varmıştır. Arap Baharının çelmelenmesiyle birlikte doğan istikrarsızlıktan en karlı çıkan İran oldu. Ardından İsrail, Arap Baharıyla birlikte oluşan ideolojik İslami çemberi Sisi ve Beşşar ve İran sayesinde savuşturdu. Bölgesel çözülmeden en karlı çıkan başka bir akım geç dönem şuubiye akımını veya ırkçılığı temsil eden genelde Kürtler özel olarak PKK’dır. Elbette halkın iradesinin vahşice bastırılması da IŞİD’in palazlanmasına imkan verdi. Bu tehlikeler arasında en büyüğü İran’dır. Bunun iki nedeni var. İsrail’in hilafına İslam içi kabul edildiğinden dolayı yayılma istidadına haiz olmasıdır. Şiilik üzerinden Şiilere nüfuz ederken direniş hattını temsil ettiği teziyle de Sünni kitleleri teshir etmektedir. İsrail bu imkandan ve takiyye silahından mahrumdur. İsrail ile İran arasında birçok benzer yön var. Bunlardan birisi son yıllarda hiç kimsenin İsrail ve İran’ın yaptıklarından hesap sormamasıdır. Kazara mülteciler ve muhalefet nedeniyle kevgire dönmüş sınırlardan birkaç eleman IŞİD bölgesine sızsa hemen dikkatler Türkiye üzerine çevriliyor.
Buna mukabil İran’ın organizasyonuyla Şii havzasından Şii milisler bölgeye akın ediyor ama kimse İran’ı hesaba çekmiyor. İran ile İsrail arasında ikinci benzer yön mesiyanik karakterleridir Bu yönleriyle de birbirlerini tamamlıyorlar. Daha doğrusu birisi sahte Mesih beklerken diğeri sahte Mehdi bekliyor. Üçüncüsü, Şiiliği temsil eden İran ve Yahudiliği temsil eden İsrail’in her ikisinin de nükleer güç olma hevesidir. İsrail bunu temin etmiştir İran’ın da eli kulağındadır. İran şimdiden gizli diplomasi ile nükleer silahını İsrail’e yönelik olarak kullanmayacağını taahhüt etmektedir. Demek ki ikisinin hedefi de öncelikli olarak Sünni dünyadır. Arap Baharından sonra İhvan’dan rahatsız olan İsrail aksine İran’ın bölgeye yerleşmesinden aynı derecede rahatsız olmuyor. İran İslam’dan sonra Şiilik üzerinden ilk defa bu kadar geniş sınırlara ve havzaya ulaşmıştır. İslam’dan sonra adı sanı kalmayan İran ilk defa aktif ve pasif Amerikan müdahaleleri sayesinde bu kadar geniş sınırlara ulaşmıştır. Amerikan nüfuzu İran’a hizmet etmiştir. Arap dünyası iki bölgeden oluşmaktadır. Arap Batısı ( Mağribu’l Arabi) ve Arap Doğusu ( Maşrik el Arabi). İran neredeyse Arap bölgesinin doğu tarafını tamamen istila etmiştir. Arap doğusunun dört başkenti bugün doğrudan İran’ın kontrolü altındadır. Irak-Suriye-Lübnan hattından Akdeniz’e kadar uzanmış ve Türkiye’nin Araplarla fiziki bağlantısını kesmiştir. Mukabilinde Arapların da Türkiye ile fiziki bağları kesilmiştir.
İran bununla da kalmamış Yemen’e kadar dolanmıştır. Husilerin hamisi haline gelmiştir. Yasal Cumhurbaşkanı Hadi’nin ifadesiyle Sanaa işgal altındadır. Bab-ı Mendep ile Hürmüz Körfezi gergefini de kontrol altına almıştır. Suud Faysal da daha önce işgal altında ifadesini i Bağdat ve Şam için de kullanmıştır. Beyrut ise Hizbullah’ın işgali altındadır. İran İslam sonrasında göremediği bu geniş yayılmayı ilk kez görmüştür. Safevilerin yapamadığını bugün İran yapmaktadır. Bu itibarla, Safevilerin sınırlarını aşarak Fatimilerin sınırlarına uzanmıştır. İşte bu noktada Maşrik el Arabi bölgesini tümden yutan bu mengeneyi ve prangayı kırmak gerekiyor. Kral Abdullah’ın Mısır takıntısı yüzünden bu mümkün değildi. Bugün ise Kral Selman’ın ve yeni veliahtların yönetimi altında bu kuşatmadan huruç hareketi mümkün hale gelmiştir. Bu ikili ittifak veya Riyad-Ankara yakınlaşması ümmetin gözbebeğidir. Bu nedenle Katar’ın Washington’daki eski Büyükelçisi Nasır Al-i Halife Körfez-Türkiye yakınlaşmasında sevinmeyen ve bundan haz etmeyen kimsenin ya doğrudan İran ajanı ya da ebleh olduğunu ifade etmiştir. Elbette Riyad-Ankara yakınlaşmasının en fazla rahatsız edeceği eksen İran merkezli Şii eksendir. İsrail de İran kadar bu yakınlaşmadan ürkmektedir. İran mihverinden çekinmeyen İsrail, Türk-Arap ekseninden ürkmektedir. İsrailci siyasi analizciler Türk-Suud yakınlaşmasının ılımlılık kampını değil aşırılar kampını güçlendireceğini ifade etmektedir. Ilımlılar kampı dedikleri şimdi Sisi veya BAE’den ibaret kalıyor. Buna ılımlılar değil şer cephesi denmesi sezadır. İsrail İstihbarat Bakanı Yuval Steinitz, Erdoğan’ı ‘kaba adam, aşırı İslamcı ve Yahudi aleyhtarı’ olarak nitelendirmektedir. Aksine İsrail, Sisi’nin Batı’da siyasi kirveliğini yaparken Türkiye’nin yalnızlaştırılmasından medet umuyor. Yuval Steinitz Türkiye ve Suudi Arabistan beraberliğinin bölgesel düzenin kötüleşmesine hizmet edeceğini de öngörmektedir. Demek ki Riyad ve Ankara beraberliği İsrail eksenli dünya sistemi için tehlikeli. Kissinger de daha önce Esat’ın gitmesinin Westfalya düzeninin çökerteceğini söylemiştir. Bölgeye İran’ın sarkması bölgesel ve uluslar arası düzeni sarsmıyor da Türk-Arap yakınlaşması sarsıyor. Tam da Churchill’in vasiyetinde uyardığı gibi. Türk-Arap yakınlaşmasının en büyük düşmanları arasında Sisi gibi eblehleri saymazsak İran ekseni ve İsrail başattır. Bu yakınlaşmaya karşı çıkanlar da onların ajanlarıdır.
Bölgeye uzanan İran ve İsrail'in ellerini emellerine ulaşmadan kırmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.