Okur görüşlerinin katkısı..
Okuyucu ile diyalog kurmak, okurların fikirlerini, yazdıklarınız hakkındaki tenkid ve tahlillerini öğrenmek bir yazar için oldukça mühim. Genelleme yapmak gibi olmasın, iddialı sözleri de sevmem. En iyisi şöyle demek: Efendim, bendeniz bu kanaatteyim. Siz bütün anlatacaklarımı bu çerçevede okuyunuz lütfen.
Yazar her yazısından sonra birkaç okuyucusu ile olsun diyalog kurmalı, kurabilmeli. Bu diyalog olmazsa yazar havanda su dövüyordur. Lakin bu musahabe (konuşma, görüşme, söyleşi) ille de telefon yahut yüz yüze görüşme olmak zorunda değil.
Günümüzde her mürekkepli basının bir de internet sitesi var. Meselâ bendenizin Vahdet Gazetesi’ndeki yazısı o günün kâğıda basılmış gazetesini alıp okuyanlarca okunur, bizimle samimiyeti olanlar belki bir telefon açıp görüşlerini söyleyebilir hepsi bu. Gazetenin internet sitesinde ise yazımız uzunca süre kalır. Ve internette yazıların altında «okur yorumu» için yer ayrılmıştır..
Yazılacak iki satırlık bir yorum, yazarın kayacak ayağını kaydırmaz, zayıflayan ziyasını arttırır. Seviyeli, ciddî yorumlar, tenkidler, hakiki dostlardan gelen uyarılar baha biçilmezdir vesselâm.. Onlara duâ ediyorum, Allah onlardan razı olsun.
* * *
Yazdığı makaleler ile büyük halk, kütlelerini harekete geçiren, geçirebilen bir yazar, okuyucusu ile en mükemmel bağlantıyı kurabilen yazardır..
Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek üstadın meşhur bir «Sarı Çizmeli Mehmet Ağa» tiplemesi varmış. 1939’da «Haber» isimli İstanbul gazetesinde bu başlıkla yazdığı makalesi, devrin müstağribleri arasında tartışma konusu olmuş..
Hüseyin Cahit Yalçın, haftalık bir mecmuada aynı başlığı kullanarak bir musahabe yazmış, üstadın belirli bir sosyal sınıfı (kast’ı) ima ettiğini ileri sürerek bunu, “silik halk sınıfları içinden sivrilip, aristokrat mizaçlı şahısların gözüne batan tipler” olarak telakki etmiş. Haliyle üstadın canını sıkmış..
Üstad Necip Fazıl, Hüseyin Cahid’in küstahlığına şu cevabı vermiş: “Aman Allahım! İnsan maksadını hakkile münevver tanıdığı bir kalem sahibine anlatamazsa, ya çehrelerini, bilgilerini, meşreblerini tanımadığı okuyuculara nasıl anlatır?”
Evet nasıl anlatırsınız? Üstadı, Hüseyin Cahit’in anlayışsızlığından ziyade endişelendiren, birçoğunun yüzünü bile görmediği, bilgi seviyelerini, meşreblerini, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadıklarını bilmediği, okuyucularına meramını anlatabilmektir. Lakin telaş etmez, okurlarına milletine güvenir:
“Telâşa hiç de lüzum yok. Zira değme münevverin varamadığı inceliklere, okuyucu pekâlâ ulaşabiliyor. «Sarı Çizmeli Mehmet Ağa» yazısı üzerinde bana fikirlerini söyleyen birkaç okuyucu, benim de gıpta hissimi gıcıklıyacak bir anlayış kıvraklığı göstermişti.” (Çerçeve, Necip Fazıl KISAKÜREK, Semih Lutfi Kitabevi, Istanbul - 1940, Sayfa: 119.)
Şu anda iki günlük gazetede hergün yazmaya devam eden üstad Mehmet Şevket Eygi ağabey, bir zamanlar sahibi olduğu «Bugün» gazetesi ile büyük kalabalıkları selâtin camilerine toplar, on binlerce insan toplu sabah namazları kılardı. İki rekatlık bir cemaat namazından başka hiçbir nümayişi olmayan bu toplantılar bile zamanın devrimbazlarını öyle ürkütürdü ki.. Merhum babam, elinde gazeteler mesaiden eve döndüğünde önce bize makaleyi okur, sonra üzerinde konuşurdu. Üstad Eygi’yi bize daha çocuk denilecek yaşta sevdiren merhum babama gani rahmetler…
Müşarünileyh (Necip Fazıl Kısakürek) merhum, Osman Yüksel Serdengeçti merhum ve daha nice yazarımız okuyucusu ile öyle kuvvetli bağlara sahiplerdi ki.. Sanırsınız okur füze, yazar o füzenin kumanda merkezindeki operatör, makalesi ateşleme düğmesi… Büyük Doğu mecmualarının hasma verdiği korkuyu masallardaki devler veremezdi… Yirmi sayfalık bir dergi içinde boğulur, korku nöbetleri geçirirlerdi.
Sistem bozuk olduğu için böyle yazarların başı dertten hiç kurtulmazdı bu yüzden. Zalimler bunlardan korktukları kadar tam teçhizatlı büyük bir ordudan bile korkmazdı. Bunlar kalemin kılıçtan keskin olduğunu isbatlayan bürhanlardı.. 163’ler bunlar içindi.
Bunlar bir topluluğa Allah’ın bahşettiği cüppesiz avukatlar, hakiki millet vekilleri, isimli yahut isimsiz kahramanlardır. İsimli olanları bile ölümlerinden sonra isimlerine sahip çıkılanlardır. Merhum Ferid KAM bunu şöyle ifade etmişti:
Sağlığında nice ehl-i hünerin
Bir tutam tuz yoktur aşına
Öldürürler evvel anı açlıktan
Sonra bir türbe dikerler başına..
Evet muhterem okurlarım, yazılarımıza gösterdiğiniz alâka için ne kadar teşekkür etsek azdır. Lakin bu alâkanın (başka değil) sadece Allah rızası için, dâvamız için geniş halk kütlelerine sirayeti şart. Öyle ki düşmanın sesi bastırılsın..
Burada gayretleri arttırmak mecburiyeti var. Okuyup istifade ettiğiniz bir makaleyi başka kardeşlerinize de duyurmalısınız. Takip ettiğiniz yazarlara da onların dile getirmesini istediğiniz konuları iletmelisiniz. E-posta adresleri bunun için var.
Malûm, dünyanın bir yüzünde gündüz iken diğer yüzü gecedir. Bu Allah’ın koyduğu nizamın (sünnetullahın) gereği. Gündüz gibi gecenin de insanlığa hayrı var.
Lakin Türkiye’nin ve dünyanın bir başka gecesi daha var ki, bunun kimseye hayrı yok. Bu Hakkın horlandığı, mazlumların ezildiği, zulmün hükümferma olduğu zifiri karanlıkların mutlaka gündüzlere inkılâbı sağlanmalı. Filistin kurtulmalı, Türkistan kurtulmalı, Arakan Müslümanları kurtulmalı..
Bu yolda büyük bir denizfeneri değil, küçük bir ziya, bir cılız mum aydınlığı olsun sızdırabilirsek ne mutlu bize. Gayret bizden tevfik ve hidayet Allah’tandır.
(Muhterem okurlarım, Vahdet Gazetesi’ndeki «Siz de Aynaya Bakıp Kendinizi Tenkid Etsenize...» başlıklı ilk yazıma henüz yorum yazılmamış. Habervaktim’de her gün aksatmadan yazdığım yazılarıma da; fetocanları rahatsız ettiğimde gelen sürü sepet saldırı yorumları hariç, çok az yorum yapılmış. Muhterem dâva arkadaşlarımız, kıymetli dostlarımız.. yorum yazmaktan imtina ediyorlar... Üşengeçlik? O daha fena..)
Selâm ve duâ ile..