Neyi Tartışıyorsunuz? 1
Bir toplumda her zaman aşırılar da olur, marjinellerde olur, mutediller, orta yolu tutanlar da. İtiraz edenler ve yenilik arayanlar da olur, muhafazakarlar da. Olaunlar, bu mutlak olarak hayır değilse, şer de değildir. Belki düşünceyi diri tutar, yeni ufuklara yelken açmaya yarar, yeni ilimlere, fikirlere kapı açabilir, yeni yararlara vesile olabilir.
Burada arzu edilen şu olmalıdır; bir şey söyleyen ezbere söylememeli. Söylediğinin bir temeli olmalı. Bir delili olmalı yani. O zaman ciddiye alınır. Alınmalıdır.
Her farklı sesi boğan toplumlarda ilerleme olmaz. Düşünen beyinler, bilgiyi mesnet yaparak, yeni olgulara, bulgulara, kanunlara ulaşabilir. Bu gibi yenilikleri ilk gören ve söyleyenlerin sesini kısarsak, erken öten horoz misali boğazını kesersek, ilmin ve tecrübenin ışığında istikbali keşfeden veya yeni buluşlara erenlere yazık ederiz. Oysa toplum onlarla ilerler.
Söz konusu tasavvuf olunca durum daha da değişir. İşte görüyoruz, tasavvufun leh ve aleyhinde tonlarca söz söylenmiştir. İyi de, delil nedir bunu söylerken? Akıl mı? Vahiy mi? Beş duyu organı mı? Kalp mi? İlham mı? Sezgi mi? Rüya mı?
Söz bu delillerden, birisine dayanıyorsa, ehli otursun tartışsın. Yok bunlardan birisine dayanmıyorsa, süpür gitsin, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Birisi ezberlediği hakaret ve küfürleri dervişler gibi vird edinip yüksek sesle tekrarlamakla, haklı da olmaz, sevap da kazanmaz. Ehl-i hakikat dinlemez onları. “Kem söz sahibine” der, vakitlerini onlara cevap vermekle zayi etmezler.
Tasavvufun birinci kaynağı Kur'an, ikinci kaynağı sünnettir.
Sufîler, Kur'an’ı okumuşlar, hatta bir zikir olarak "vird" edinmişler, belli hizibleri kendilerine ders edinmişlerdir. Bir yandan çok okumuşlar, bir yandan da üzerinde derin derin düşünmüş, tefekkür, tezekkür, tedebbür etmişlerdir. Bu derin tefekkürler sonucu ayetlerden kalplerine yepyeni, orijinal işari manalar damlamış, özel yorumlar yansımış, birçok sırlar açılmıştır. İşte buradan da tefsir tarihinde koca bir “İşarî/Tasavvufî Tefsir Okulu” doğmuştur. Bugün Müslümanların okuyup istifade ettikleri şu tefsirler böylesi eserlerdir:
Ruhu’l Beyan, Letaifu’l İşârât, Te’vilat’u Necmiyye, Tefsir-i Nehcuvanî, Tefsir-i Nisaburî, Tefsir-i İbn-i Arabî, Tefsîrü'l-Kur'ân'i'l-Azîm Li’t Tusterî; Hakâiku't-Tefsîr Li’s Sülemî; ve kısmen Ruhu’l Meânî.
Konunun uzmanlarından Yakup Çiçek şöyle der:
“Diğer dinî ilimler gibi tasavvufun da, ana konuları itibariyle, kaynağı Kur’an ve hadislerdir. Nitekim takva, zikir, ihlâs, zühd, şükür, sabır gibi tasavvufun asıl konuları ayet ve hadislere dayanır. Ayrıca tasavvufî hayatı yaşayanların derin seziş ve anlayışlarına, diğer ifadesiyle bu yaşayış tarzının semerelerine işaret eden ayet ve hadisler de vardır. Tasavvufî eserlerde, özellikle işârî tefsirlerde tasavvufla ilgili ayetler ve tefsirleri yer almaktadır. Bu makalede tasavvufî-işârî tefsirin İslam’ın ana kaynakları Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle irtibatı ele alınarak bu tarz tefsirin dinî bir dayanağının bulunup bulunmadığı sorusuna cevap aranacaktır.” (Bu ilmi makalenin tamamını okumanızı tavsiye ederim.)
Mesela, tarikatlarda usul-ü aşere denilen tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikre devam, hakka teveccüh, sabır, murakabe, rıza gibi temel esasları ele alalım. Veya ibadet, takva, vera, sıdk, ihlas, fakr, şükür, kanaat, istikamet, mücahede, vecd, istiğrak, muhabbet, aşk, cezbe, havf, reca, huzur, marifet vb. gibi burada sayamayacağımız çoklukta tasavvufî kavramları ele alalım ve soralım; siz bunlardan hangisini Kur’an’ı Kerîmde bulamıyorsunuz?
Buluyorsanız neyi tartışıyorsunuz?
Gelecek yazıda da konuyu bu sefer de sünnet açısından ele alalım isterseniz.