Batı’yı Savdık, Batıcılığı Aldık!
Çanakkale zaferi günlerini yad ediyoruz. Ne güzel de oluyor. Bu vesile ile gıyaben de olsa özlediğimiz ecdadımızla ve zaferleriyle hasret gideriyoruz. Çanakkale bizim ruhumuzun zaferiydi. Son büyük savaştı. Belki de son büyük Haçlı hamlesi idi. Bediüzzaman’ın ifadesiyle tabakat-ı beşer savaşıydı. Mehmet Akif Ersoy’un tabiriyle bir yanda Anzak diğer yanda ise Kanada askeri İslam çeperini kuşatmıştı. İslam cephesi ise Yemenli ile Gazzeliyi aynı safta buluşturmuştu. Aynı karede omuz omuza ümmetin onurunu ve namusunu savunuyordu. Batı’ya karşı ümmetin zaferiydi. Lakin bu zafer, zafer adına devşirildi, çalındı. İttihatçılar zaferi kendi mefkurelerine sermaye yaptılar ve bozuk para gibi harcadılar.Cephe zaferini siyasi ve ideolojik bozguna çevirdiler. Zaferden aldıkları güçle birlikte İttihatçılar dinde reforma yeltendiler. Ahmet Uçar beyin ifadesiyle 30 kadar İttihatçı kaymakam İslami kavramlar olan süt kardeşliği kavramı gibi kavramları sorgulamaya başladılar. İçlerini boşaltmaya yeltendiler. Yahya Kemal Beyatlı Portreler isimli eserinde o devrede Üsküdar’da kaymakam olan Cemal Paşa’nın entarili kovaladığını yazmaktadır. Ümmetin zaferi ümmetin değerlerine karşı kullanılmaya başlanmıştır. Yunanlılara karşı kazanılan zaferden sonra da 1922 yılında zaferden alınan güçle bu defa milletin değerlerine karşı yeni bir karşı hamle, kampanya başlatılmıştır. Bu hamle reddi mirasla sonuçlanmıştır. Hem Şeyhülislam Mustafa Sabri hem de Bediüzzaman bu günlere tanıklık etmektedir. Zaferlerin bir şekilde milletin değerlerini yıkmaya dayanak olarak kullanıldığını yazmışlardır. Mısırlı erkek gibi bayan yazar Ayat el Arabi Mısır’ın Ekim zaferinin de (1973) yutturmaca olduğunu, sözde bir zafer olarak Camp David sürecine yani barış adı altında teslimiyete basamak yapıldığını ifade etmektedir. Bu algı operasyonu üzerinden Sedat’ın barışın ve zaferin kahramanı olarak parlatıldığını ve bu zafer algısının 1979 yılında yapılan Camp David antlaşmamsının önünü açtığını hatırlatmaktadır. Sedat zafer algısı üzerinden halkıyla bozuşmuş ve Yahudilerle köprü kurmuştur. Ürdünlü erkek gibi kadın yazar İhsan Fakih de İsrail ile müzakereleri başlatabilmek için 1973 savaşında 10 bin kişinin kurban verildiğini yazıyor.
***
Elbette Allahu Ekber nidaları gerçek elbette Sadettin Şazli’nin ve silah arkadaşlarının kahramanlığı, gayretleri bir gerçekti. Bununla birlikte fotoğrafın tamamına bakıldığında durum daha başkadır; uyduruk bir barış için uyduruk bir zafer tezgahlanmıştır. Sedat savaş kahramanlığı üzerinden dokunulmazlık zırhına bürünmüş ve bunun üzerinden de kimseye sormadan, hesap vermeden İsrail’le barışa yeltenmiş ve Mısır ordusu bundan sonra Camp David ordusu haline gelmiş ve sözde barışın rehinesi olmuştur. Halkını düşman kesilmiştir. Darbeci yapısı da bunu göstermektedir. Ortadoğu’da bir asırdır uydurulmuş zaferler ve çalıntı devrimlerle yaşıyoruz. Demek ki zaferler bazı projelerin geçişi için kullanılmıştır.
Mehmet Akif Ersoy Çanakkale üzerinden bir millet destanı yazmıştır. Milletimiz bu güne kadar bu ruha sarılarak ayakta kalabilmiştir. Akif bu Çanakkale ruhunu sahabe ruhuna bağlamıştır. Düşmüş bütün milletlerin yazgısı ortaktır. Düştükleri yerden kalkmaları sahabe mesleğine bağlıdır. Nitekim, Hindistanlı Şair Hali(Müseddesat), Mehmet Akif Ersoy gibi yeni bir kalkınma hamlesini tarihe dayandırmıştır. Akif ile Hali’nin yaptığını esasında eve dönen adam/şair olarak ünlenen ve 1912’de Paris’te avare olarak dolaştıktan sonra yurda dönen Yahya Kemal’de de rastlamak mümkündür. Çevresinden koptuğunda tarihe sığınmıştır. Yaralarını öyle sarmıştır. Bir fert tarihe dayanarak ayağa kalkarsa bir millet de aynı şekilde tarihe dayanarak köklerini keşfederek ayağa kalkabilir.
***
Çanakkale ile alakalı birinci okuma biçimi kendi değerlerimize bağlı okuma biçimidir. Mehmet Akif’den Mehmet Niyazi Özdemir’e kadar milli şuura bağlı yazarlar meseleyi bu mecrada, zeminde eğilmişlerdir. İkinci okuma biçimi ise İttihatçılardan Kemalistlere uzanan okuma biçimidir. Son örneğini Turgut Özakman’ın yazılarında görmek mümkündür. Mücerret bir kahramanlık ve cihangirliktir. Kaldı ki, zafer ruhu Osmanlı ruhudur ardından dağılmıştır. Yüz yılı aştığımız halde böyle bir zafer ufkumuza tulu etmemiştir. Bu kısırlık nedendir? Çanakkale’de Batılılara geçit vermedik. Ardından İngiliz maşası olan Yunanlıları da püskürttük, denize döktük lakin Batılıları attık ama Batı virüsünü kaptık. Asker olarak giremediler ama virüs olarak, fikir olarak, mefkure olarak girdiler. Bunu en iyi ifade edenlerden birisi Bediüzzaman’dır. Bunu ‘kurt gövdeye girdi’ benzetmesiyle anlatır. Şeyh Bahit’e de Osmanlı’nın Batı’ya Batı’nın da Osmanlıya hamile olduğunu ve ikisinin de hamlini vazedeceğini söyler. Osmanlı içinde yüz yıldır hamile olduğumuz Batıcılık ve Batı fikriyatıdır. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra da züppelik şeklinde Batıcılık veledi olarak dünyaya gelmiştir. Yüz yıldır da hayattadır. İttihatçılar ve ardından gelen Kemalist kadrolar vasıtasıyla bünyeye yerleştirilmiştir. Fiziki olarak zafer kazandık lakin mankurtlaşmış kadrolar bizi manevi hezimete uğrattı. Bu projeyi düşman adına bilvekale yürüttüler . Mısırlı felsefeci Tevfik Tavil de bunu gayet veciz bir biçimde anlatmıştır: İngilizler bizi yüzyıl boyunca dipçikle yönettiler. Ardından çekildiklerinde yerlerine kavramlarını ve mankurtlaşmış kadroları bıraktılar. Bilvekale işgali de kavramlar ve bu kavramlara iman etmiş kadrolar vasıtasıyla yürüttüler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.