Biri Başbuğ’a Anlatmalı
Çiçeği burnunda Genel Kurmay Başkanı ilk ziyaretini doğuya yaptı. İyi de etti. Özellikle Diyarbakır‘da STK ile görüşmesi çok iyi oldu. Ben bu tür ziyaretleri önemsiyorum. Hatta bir adım daha atmalı, halkın içine de girmeli idi sayın Başbuğ. Mesela Diyarbakır Ulu Camiinde bir namazda halkla buluşmalı idi. ben bunu da önemsiyorum.
Şöyle denilebilir: “Bu namaz işi “fazla” olur. Her zaman namaz kılmayan biri, halk için camiye gitse, hem din açısından doğru değildir, hem de yanlış anlamalara, hatta yersiz karalamalara sebep olabilir.”
Bu da bir düşüncedir ve haklı yanları yok da değildir. Ama komutanların camide görünmeleri, yaygın bir kanaat olan “asker dine karşı” görüşünü yıkabilir. Bu da önemlidir.
Geçenlerde halktan biri anlatıyordu: “Bizim camide mevlüt vardı. Baktım birkaç resmi elbiseli polis ve müdürleri geldi. Ben onları kapıda çevirdim ve ‘sizi çok seviyorum. Ama askerler camiye ve mevlüdümüze gelmiyorlar. Onları sizin gibi sevmiyorum’ dedim.”
Ona, “gerçekten mi sevmiyorsun?” dedim. Adam, “Yahu aslında benim derdim sevmemek değil, onları camide yanımda görmek istiyorum” dedi. Askerlerin sık sık “güç kaynağımız” dediği bu halkın beklentilerini tatmin etmek az şey mi?
İşte Sayın Başbuğ’un Diyarbakır‘daki toplantısı bu açıdan da önemlidir. Sonra bilgi de almalı, görüş de almalı yetkililer. Halkın bir irfanı, bir tecrübesi ve verecek birçok aklı vardır. İstişare bizim kültürümüzde çok önemlidir. İstişarenin en önemli özelliği de, bilgiye açık olmaktır. Ama istişarenin belki de en faydalı yanlarından biri, karşıdakine değer verdiğini göstermek ve olası kinden, hasetten onları kurtarmak, gönülleri sevgi ve saygıyla bağlamaktır.
Ancak STK’lar arasında ayırım hoş olmamıştır. Genel Kurmay, basında yaptığı bizce yanlış bir uygulamayı, görüşmede de yapmıştır. Görüşmeye, Diyarbakır Barosu, İHD Diyarbakır Şubesi ve Diyarbakır Tabipler Odası temsilcisi davet edilmemiştir. Nitekim Hasip Kaplan’ın değerlendirmesi külliyen yanlış değildir. Diyor ki: “Fahri hemşeri olabilmesi için öncelikle Diyarbakır halkının bütününü kucaklamaları, halkın seçtiğine, halkın iradesine saygı göstermeleri gerekir… Diyarbakır gibi bir büyükşehirde, güneydoğunun en büyük kentinde, halkın iradesiyle seçilmiş yerel yönetimler göz ardı ediliyorsa bu ziyaretin önemi yoktur. TTB, barolar ve insan hakları kuruluşları gibi bölgenin sorunları konusunda en duyarlı kesimlerle görüşülmüyor. Geriye kala kala hükümetten ihale beklentisi olan iş çevreleri, AKP yandaşları, cemaat sermayesi, AKP hükümetinin bölgeye özenle seçip gönderdiği mülki erkan kalıyor. Görüşme bunlarla yapılıyorsa, bu görüşmelerde de bir ayrımcılık yapılıyorsa, bütün halkı temsilcilerini kucaklayamamış bir görüşme fotoğrafı veriliyorsa, buna sebep olanların biraz da kendilerinin düşünmesi gerekir.”
Davet edilmeyenler “zaten gitmezdik” demişler. Acaba? Kedi uzanamadığı ciğere “pis” dermiş gibi olmasın? Belki davet edilselerdi, böyle düşünmeyebilirlerdi.
Sonra neden gitmeyeceksiniz ki? Gidersiniz ve doğru bildiklerinizi nezaket çerçevesinde yüzüne beraber söylersiniz. Daha etkili olmaz mı?
Biz “arkadan konuşan” bir millet olduk. Bunda devletten korkunun etkisi büyüktür tabi. “Devletten niye korkulacakmış?” demek, bu ülkeyi tanımamaktır.
Ancak bu “arkadan konuşma” hoş bir şey değildir. Faydalı da değildir çoğu kez. İnsanlar ne söyleyeceklerse muhataplarının yüzüne söylemeli, gerekirse gerekçelendirmeli, itirazları gidermelidir. Söylenmesi yerinde olan bir söz, yerinde söylenmeyen bin sözden etkilidir.
Biz “asker millet” olduğumuz için, söyleme yerine emir verme ve almaya alışmışız. Çokları da buna “devlet terbiyesi” diye bakar maalesef. Bu, “devlet terbiyesi” değil, “saltanat terbiyesidir.” Saltanata alışmış olan, Cumhuriyet döneminde bile saltanatın daniskasını yaşayan bu millet, şöyle rahat rahat düşüncelerini açıklayamaz. Çocuk yaştan beri “kes sesini” komutuna alışmışızdır maalesef.
Olmaz öyle şey. İnsan rahatça konuşmalı ve yanlışsa, yanlışını öğrenmeli. Bağırmak çağırmakla düşünceler bastırılmaz, olsa olsa içeride oluşan kin ve nefret bastırılmaya çalışılır. O da bir yerde, belki de en olumsuz, en mantıksız yerde patlama demektir. Bunu en iyi bilenler olarak büyükler hazımlı olmalıdırlar. Yaşa başa bakmadan insanları dinlemeli, doğruyu kabul etmeli, yanlışı da ikna ederek düzeltmelidirler.
Bir de “Nasıl olsa dinlemezler” mantığı ile susmalar vardır. Bu da yanlıştır. Dinlemeseler bile etkilenirler, bu gün olmasa bile, gelecekte işler planlanırken, bu düşünceler, birer “kamuoyu baskısı” olarak muhakkak iş görecektir.
Evet, asker uzun bir süredir halktan kopuk yaşamaktadır. Genellikle lojmanlarda oturur, işe askerî servisle gider, alış verişini ordu pazarından yapar, gece ordu evinde eğlenir. Haliyle halktan uzak kalır. Bu da sağlıklı ilişkiler önünde bir engeldir. Hiç olmazsa arada bir halkla buluşmalı, STK ile görüşmeli, her çeşit basını okumalı, toplumun önderleri ile zaman zaman sohbet etmeliler. Yanlış anlaşılmaların, ya da yanlış yapılanların olumsuz etkileri ancak böyle giderilebilir.
Onun için sayın Başbuğ’un bu ziyareti önemlidir ve devamı sık sık gelmelidir. Asker, halkın dilek ve temennilerini dinlemeli ve makul olanlarını derhal yerine getirmelidir. Ancak böyle olursa “güç kaynağından” kopmamış olur. Halkla bu kadar farklı düşünmenin ve davranmanın makul olmadığını onlar da görecektir kuşkusuz.