Öncelikli Gereken
Bu topraklar Müslümanların kılıçlarıyla fethedilen İslam topraklarıdır ve asırlarca “İslam Yurdu/Daru’l İslam” olarak kalmıştır. Osmanlı Devleti ile iyi kötü bir hilafet devleti idaresinde yaşamıştır. Ama malum sebeplerle bu devlet-i ebed müddetin maalesef müddeti bitti, eceli geldi ve, sona erdi. Ne garip bir cilvedir ki, kendi evlatları onu kurtarmak ile görevlendirilmiş iken, elleriyle yıktılar.
Neden?
Batılılaşma hareketleri yürüten bu kadro İslam’dan uzak, laik, milliyetçi, Batıya yönelmiş, Batının değerlerini üstün bilmiş ve onu bu ülkede hakim kılmak istemişti. Aslında son üç yüz yıllık macera, onların elinde neticeye ulaşmıştı.
Aynı günler İslam dünyasının parçalandığı ve amansız işgallerin yaşandığı bir dünyadır. Yakılan ateş hala dinmemiş, bizi içte, bir çok komşu ülkeyi de içte ve dışta hala cayır cayır yakmaktadır.
Cumhuriyet Döneminde “Batılılaşma”, milleti hiçe sayarak cebir, şiddet ve zorbalığa dayalı olarak yapılan bir değişim ve yabancılaşmanın adıdır. Osmanlılarda yarım kalan Batılılaşma, bu topraklarda tam olarak Türkiye Cumhuriyetinin kurulması, Osmanlı Devletinin yıkılması, hilafetin ve şeriatın ortadan kaldırılması, İslam’ı öğrenme, öğretme ve yaşamanın yasaklanması ve sair Kemalist devrimlerin gerçekleştirilmesi ile tamamlanmıştır.
Ne oldu da, l. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ve "Millî Mücadele" , "İstiklâl Harbi", "Kurtuluş Savaşı" gibi adlarla anılan mücadelenin sonunda Osmanlı Devleti süratle tasfiye edildi?
Hani Mustafa Kemal her yaptığını Halife adına yaptığını söylüyordu? Hani etrafındakiler de bu söylemi alkışlıyorlardı?
Ne oldu da o halifeliği de, o hilafet devletini de yaşatmak varken yok edip kaldırdılar?
Sonra da savaştığı düşmanların bütün inanç, fikir, hayat tarzı, devlet yönetimi biçimlerini taklit ederek ülkeye zorla kabul ettirdiler? Böyle çelişki bir başka zaman ve mekanda yaşanmış mıdır acaba?
Müslüman halk yapılanlar karşısında şok olmuştur. Elbette olacaktır. Resmi tarih de yıllardır yalan söylüyor ama bir türlü buna ikna edici bir cevap veremiyor. Böyle olunca da ortalığa bir sürü tarih tezleri ve dedi kodular atılıyor.
Şimdi bu korkunç karabasandan kurtulmak istiyoruz.
Ama nasıl kurtulacağız?
Asıl davayı unutmuş, nasıl kurtaracağımızın metodunu tartışıyoruz. Kendi güç ve kuvvetimizi tartışmalarla heder ediyoruz. Daha da parçalanıp bölünüyoruz.
Kimse asıl eksikliği görmek istemiyor. Asıl eksiklik dini bilmemek ve yaşamamaktadır. Onun ahlakı ile ahlaklanmamaktadır.
Nerden mi biliyoruz?
Tartışmanın seviyesizliğinden…
Konuşmaların, yazışmaların, yorumların pespaye üslubundan…
Hiç kendimizi kandırmayalım, bu kalite devlet ve medeniyet getirmez.
Önce imanın kıymetini, sonra kardeşliğin kıymetini bilelim ve hem kendimize, hem de sair kardeşlerimize nazik, kibar, efendi olalım.
İslam baştan sona güzel ahlaktır. Onu getirecek olanlar da hiç şüphesiz çok ahlaklı, faziletli, muhteremler olacaktır. Kur’an’ı Kerîm ve sünnet-i seniyyede “İslam şöyle gelir” diye kesin bir metot yoktur. Müslümanlar zaman ve zemine göre bunu tayin ve tesbit ederler. Bu işler İslam alimlerine kalmıştır. Onlar zamanı gelince söyler, halk da uyar.
Ama Kur’an’ı Kerîm ve sünnet-i seniyyede İslam’ın gelmesi için kesin bir kaide veya geçerli bir metot varsa, o olsa olsa “ahlak” olurdu.
Bırakınız kardeşlerini, daha hocasına hitap etmesini bile bilmeyenden ne hayır gelir…
Kardeşlerim, eğer bu konularda konuşacaksak önce fıkıh ve usul-ü fıkıh okuyalım. Değilse, edebimizle susup, bilenleri dinleyelim.
Evet, illa edep…