Acılarla Arınarak Saflaşmak
Dün bir terörist saldırıyla yeniden sarsıldı cemiyet. Teröristlerin verdiği acı kadar, onlara destek veren sözde aydınlar da yaraladı vicdanları. Millet bir şok da bundan dolayı yaşadı.
Bir aydın nasıl olur da teröriste destek verir?
Halkın anlaması zor. Ama bizim açımızdan hiç de zor değil. Bunların fikir babaları da Sultan Abdulhamit’e bomba atan ermeni teröriste sahip çıkmışlar, “ama öldüremedin” diye üzülmüşlerdi.
Bunlar, aklını fikrini Batıcılıkla bozmuş insanlardır. En büyük özellikleri İslam’a ve Müslüman halka düşmanlılarıdır. Kin ve nefretlerini arada bir değil, her gün her fırsatta kusarlar.
Zavallı halkımız, iyi niyetinden, bunların vatana ve millete bu kadar hain olabileceğini bir türlü düşünemez. Aklı havsalası almaz bu sapkınlığı…
Oysa bu düzen, pozitivist ve materyalist eğitim sistemiyle böyle yetiştirdi bunları. Bugün tek üzüntüleri, artık eskisi gibi mutlak iktidar olamayışlarıdır. Halkın oylarıyla iktidar olamayacaklarını düşündükçe daha çok kudurmaktadırlar.
İşte teröre ve teröristlere meyil ve muhabbetleri bu yüzdendir. Bu arkaplanı görüp anlamadıkça, sorun bitmez. Asıl sorun, Batılılaşmadır. Batılılaşma, yani kafirleşme macerası…
Cumhuriyetle birlikte Türkiye batılılaşma yolundaki bütün engellerden sıyrılmış oldu. 1923'de Cumhuriyetin ilânından sonra, sonradan "Atatürk/Kemalist devrimleri" olarak adlandırılan gelişmeler yaşanmıştır. Batılılaşma yönündeki devrimler devlet biçimi ve yönetiminden tutun da kılık kıyafete, hatta ağırlık ve uzunluk ölçülerine varıncaya kadar çok değişik alanları kapsıyordu.
Tevhid-i tedrisat/Öğretimin birleştirilmesi yani dini kaynaklı tahsil kurumlarının ortadan kaldırılması, birer halk eğitimi kurumları sayılabilecek tekke ve zaviyelerin kapatılması, şeriat mahkemelerin ortadan kaldırılması ve Latin harflerinin kabulü gibi uygulamalar gelenekçi aydınların tam manasıyla tasfiyesine ve netice olarak ülkedeki siyasî gücün batıcı asker ve sivil bürokrasi elinde merkezileşmesine yol açtı.
Netice olarak, "hâkimiyet bila kayd-ü şart milletindir" şiarıyla ortaya çıkan cumhuriyetçiler, çok partililikten kaçındılar ve halk yönetimi değil asker-sivil bürokrat iktidarı kurdular.
Cumhuriyetle birlikte Türkiye'dc demokrasiye halk idaresine geçiş yolunda somut bir örnek ortaya konulmazken, batının daha çok faşist yönetimlerine benzeyen bir tek parti idaresi 2.Dünya Savaşı sonuna kadar yürütüldü.
Bu dönemde, 1928'de Anayasadan “Türkiye devletinin dini "din-i islam’dır” maddesi çıkarıldı. Sonra yerine 1937'de laiklik ilkesi konuldu.
İşte bu sistemin tezgahından geçerek yetişen nesiller, şimdi yaşlandı. Onlardan olan nesiller ise bugün üç kısımdırlar. İlki, Batrıcılıkta babalarını bile geçen inkarcılar. Ya teröristtirler, ya da teröristlere hayrandırlar. İkincisi ise dine tam bağlı olmasalar da inkarcı da olmayan arafta kalanlar. Üçüncüsü ise, bütün bu dayatmaları ellerinin tersiyle iten ve yeniden Şslam’a koşanlar. Yani dini bir sistem bazında düşünen ve onun hakimiyeti için çalışanlar.
Ülkem bu manzaraları daha çok görecektir herhalde bu gidişle. Ta halk tasaffi ederek hayatı Hakkın hakimiyetine teslim edinceye kadar.
Üç yüz senedir ezildiler. Sıra şimdi onlarda.