Patron bana “höllenme” dedi, höllenmeecem!
Dünkü “Arşiv” sayfamızda yer alan küçük bir not, bana o hikâyeleri hatırlattı... O hikâyelere geçmeden önce Arşiv sayfamızda yazılan nota bir bakalım... O kısa notta deniliyordu ki; “Aydın Doğan’ın amiral gemisinin gedikli yazarları da, patronun önemli mevzusunu bırakıp, yavaş yavaş başka mevzulara doğru yelken açmaya başlıyor gibiler...”
Gerçekten de öyleydi...
Oktay Ekşi, “Bir Kitap Özeti”ni yazıyor, Tufan Türenç “Niccolo Machiavelli ve Makyavelizm” konulu bir yazı kaleme alıyor...
Dün, baktım... “Maaşlı çemkirmen” dışında, hemen herkes ayrı telden çalıyor... Ucundan-kıyısından “Başbakan” diyorlar, “Patron” diyorlar ama, bir türlü “Hilton”a gelemiyorlar; Hilton’u yazamıyorlar!..
İşte bu durum;
Temel’in hikâyesini hatırlattı bana...
“İSTANBUL’A GELEYİM DE!”
Temel’in hikâyesi malûm...
“Kaybedecek bir şeyi” kalmamış ve iş de bulamamış olmalı ki, kalkmış, İstanbul’a gelmiş!..
Olacak ya; İstanbul’da elini “kana” bulamış...
“Cinayet sanığı” olarak çıkmış hakimin karşısına... Hakim bey, “Nasıl oldu, anlat bakalım” deyince de, başlamış anlatmaya;
“Trabzon’da iş aradım, bulamadım...
Bindim bir kamyona, geldim Giresun’a!..”
Hakim bey, “Bırak Trabzon’u, Giresun’u” demiş, “Hele İstanbul’a gel!”
Devam etmiş Temel:
“Baktım, Giresun’da da iş yok!.. Ver elini Ordu!”
Hakim, müdahale etmiş;
“Evlâdım, bırak Ordu’yu, Fatsa’yı!..
Hadi, İstanbul’a gel!”
Temel, “Samsun’u, Kastamonu”yu anlatmaya devam edince; hakim bey, bu defa sert çıkmış;
“Anladım!.. Anladım!.. Hele İstanbul’a gel!”
Temel, boynunu bükmüş;
“Haçan İstanbul’a celeyum da, beni asaysunuz he mi?!?”
Şu anda Aydın Doğan’ın yazarları da o durumda olmalı...
Herhalde şöyle diyorlardır:
“Hilton’u yaz, Hilton’u yaz diyorsunuz ama, Hilton’u yazalım da; kapının önüne mi konulalım?..
Hem Hilton’u nasıl yazabiliriz ki?!?..
Geçmişte Gökkafes’e karşı çıkan ve Gökkafes’le mücadele verdiği için Tayyip Erdoğan’a destek veren biz, Aydın Bey’in İkinci Gökkafes girişimine nasıl destek olabiliriz?!?.. İkinci Gökkafes’e izin vermiyor diye Tayyip Erdoğan’ı nasıl eleştirebiliriz?
Dolayısıyla Hilton’u yazmıyoruz!..
Bu konuda, en iyisi susmak!”
ANAM BANA HÖLLENME DEDİ!
Gerçekten de; Hilton’a hiç girmiyorlar, bu konuda hep susuyorlar!..
Susmak dedim de, aklıma geldi...
Köyün birinde, bir evin üç genç kızı varmış... Üçü de “konuşma özürlü” imiş... Biri “r”yi söyleyemiyor, biri “y”yi telâffuz edemiyor, diğerinin ise, “s”ye bir türlü dili dönmüyor.
Bir gün, evin büyük kızına “talip” çıkmış...
Oğlan tarafı, gelip kızı görecek, sonra da, eğer beğenirlerse “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile” deyip, isteyecek... Aksilik bu ya, dedikleri saatte olamamışlar kız evinde.
Kızların anne ve babası da, bakmış ki “misafir”lerin geleceği yok, tarlaya kadar gitmişler... Giderken de sıkı sıkı “tembih”te bulunmuşlar kızlarına:
“Misafirlerimiz, eğer biz yokken gelirse, sakın ola ağzınızı açmayın!.. Dönünce biz konuşuruz!”
Ne yapsın garibanlar;
“Dilleri peltek” diye, kızlarının evde kalmasından korkuyorlar belki de.
Neyse, uzatmayalım.
Anna-baba gitmiş tarlaya, misafirler de, biraz sonra çıkagelmiş.
Geçmişler, oturmuşlar evin bir odasına...
Tabiî; duvarları boyalı-badanalı, tavanından avizeler sarkan evler nerede o tarihte?..
Sıradan bir köy evi işte...
Duvarların üzerinde kalın kirişler, onun üzerinde çatı, çatının üzerinde de toprak sıva!..
Dedik ya, köy evi...
Yılanı-çıyanı, faresi-sincapı eksik olmaz...
Misafirler geçmiş oturmuşlar ya, kızlar da “tembihli” olduğundan konuşmuyorlar...
Üstelik misafirlerin yüzüne değil, hep tavana bakıyorlar ya, tam o sırada duvarın üzerinden koskocaman bir “fare” geçmesin mi?..
“Tembih”i unutan büyük kız bağırmış hemen:
“Çıçana (fare) bak çıçana!”
Ortanca kız durur mu, o da onaylamış ablasını:
“Gulluğu (kuyruğu) da vay, gulluğu da!”
Küçük kız, kızmış ablalarına...
Annesi tembih etti ya, hesapta konuşmayacak ya!.. Ama durur mu, o da katılmış “fare muhabbeti”ne:
“Anam bana höllenme (söylenme) dedi, ben de höllenmecem!”
Aydın Doğan yazarları da; herhalde “yapılan tembih” veya “patrona biat” gereği hiç “höllenmiyor”lar!..
Özellikle de “Hilton” konusunda!..
Aynen “özürlü kızlar” gibi davranıyorlar;
“Patron bana höllenme dedi,
Ben de höllenmeceem!”
Gerçekten de höllenmiyorlar!..
CEYHAN’DA BELEŞ RAFİNERİ TALEBİ
Diğerlerinin “çıçana bak çıçana!” diye bağırmalarına veya bir başkasının; “Gulluğu da vay, gulluğu da!” diye tasdik etmesine bakıp da, aldanmayın sakın!..
Onlar “Deniz Feneri” demeyi biliyorlar, “Kanal 7” demesini biliyorlar, “yolsuzluk” ve “vurgun” demesini de biliyorlar ama, “Hilton’daki rant”tan veya “Rafineri”den hiç söz etmiyorlar!..
Oysa, Dengir Mir Mehmet Fırat diyor ki;
“Sayın Aydın Doğan, Çalık ve iki firmanın daha Ceyhan’da rafineri kurma konusunda talepleri var.
Ama rafineri kurmak bir süreci gerektiriyor.
Sayın Doğan da, Çalık ve diğer iki firma müracaatlarını yaptı, prosedür devam ediyor.
Doğan’ın talebi şudur; orada kurulacak olan rafinerinin arazisinin bedelsiz olarak kendilerine tahsis edilmesini istiyorlar!!!
Karşı çıkılan şey budur.
Devlet istimlakını yapacak veya arazinin belli kesimini bedelsiz olarak birilerine devredecek. Bu talebi kabul etmemiz mümkün değildir.
Daha evvelki alışkanlıklarda olduğu gibi devlet hazinesini kullanarak kişisel servetini artırmak yönünde bizden bir talep var ise maalesef o dönem geçti. Böyle bir karşılama yapabilmemiz mümkün değildir.”
Açın, bakın dünkü “kartel gazeteleri”nde, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın bu sözleri hiç yer almış mı?..
Yok!.. Tek kelime yok!..
Eee, hani bağımsızlık?..
Hani objektiflik?..
Bu suskunluk, bu görmezden gelmelik ancak bir tek şekilde izah edilebilir:
“Patrona biat!”
“Patrona biat” ettikleri veya “patronun tembihatı”na uydukları için olsa gerek; ne Hilton’u yazabiliyorlar, ne de “Beleş Rafineri” talebini!..
Eee, “patron tembihi” bu;
“Patron bana höllenme dedi, höllenmecem!”
Padişah ve veliaht
Konuşuluyor konuşulmasına da; bir "camış boku büyüklüğündeki harfler"le konuşmak var, bir de "fısır fısır" konuşmak var... AK Parti ile ilgili haberler "kocaman harflerle" verilirken, CHP haberleri "minnacık" veriliyor?..
Meselâ CHP Milletvekili Bayram Meral'le ilgili iddialar: ¥ Kendisine Yol-İş'ten 5 bin YTL maaş bağlandı mı?.. ¥ İşçilerin parasıyla 120 bin YTL'lik araç alındı mı?.. Meral bu aracı oğluna nasıl devretti?.. ¥ Yol-İş'e danışman olan ve kendisine ayda 4 bin YTL kadar ücret ödenen Bayram Meral'in oğlu Mustafa Meral'in 5 yıl boyunca Yol-İş Sendikası'na hiç uğramadığı doğru mu?.. ¥ Sendikacılık; bir padişahlık mıdır ki; babadan oğula geçiyor?!?..
Dedik ya; iddialar AK Partili biri hakkında olunca saldır, CHP'li hakkında olunca ortadan kaldır!..
Hani;
"Benim teröristim iyidir" mantığı var ya, onun gibi!..