Keşke Başında Zarif bir Kalpak Olsaydı
Cumhurbaşkanımız Tahran’a gitti, İran Cumhurbaşkanı Ruhanî ile kucaklaştı. Laik Türkiye Cumhurbaşkanı yüzde yüz Avrupaî kıyafet içinde; palto, kostüm, frenk gömleği, kravat… İran Şiî İslam Cumhuriyeti devlet başkanı hoca kıyafetinde. Başında sarık, sırtında cüppe… Birincisinin ofisinde Atatürk’ün büyük bir portresi asılı, ikincisinin ofisinde Humeynî’nin resmi var.
Keşke Türkiye’nin dindar devlet bakanının başında Paris’te dünyanın en birinci moda evinde dikilmiş çok zarif dünyanın beğenip takdir edeceği küçük, kalpağa benzer bir serpuş bulunsaydı.
Dindar politikacılarımız namazda bile başlarına bir şey geçirmiyor. Bir kere Ahmet Davutoğlu namazı takkeli kılmıştı. Genelde başları açık namaz kılıyorlar. Merhum Necmeddin Erbakan hep takkeli kılardı.
Türkiye Müslümanlarının büyük kısmı haddinden fazla Avrupaîleşti. Modaya uymakta, şıklıkta Avrupalıları da geride bıraktılar.
Tanzimat’tan sonra Osmanlılar Avrupa kıyafetini benimsemişlerdi ama yine de başkalıkları ve özellikleri vardı. Bir kere, Batının, Hristiyanlığın, Yahudiliğin, küfrün sembolü olan şapkayı giymezlerdi. 1924’e kadar şapka giyen Türkler tutuklanırdı. Devlet memuru, avukat olan gayr-i Müslimlerin bile şapka giymesi yasaktı.
Osmanlılar, kendilerine mahsus bir İstanbulin kıyafeti çıkartmışlardı. Ulema sarıklı ve cüppeli idi. Halk tabakasının büyük kısmı da sarık sarardı ama alim olmayanlar ulema sarığı saramazdı.
Tarikat şeyhlerinin kendilerine mahsus serpuşları vardı.
Bürokratlar, okumuşlar fes giyerdi.
Osmanlı İslam adabında başı açık gezmek, başı açık bulunmak büyük bir ayıp ve züldü. Ecdadımız bugün Müslüman erkeklerin baş açık namaz kıldıklarını görselerdi, ne kadar üzülürlerdi.
Serpuş, İslam kıyafeti, takke, arakiye, tesettür konusunda çeşitli tarihlerde kaleme almış olduğum yazılarım bir araya getirilse bir kitap olur.
Türkiye Müslümanlarının kıyafet konusunda düzelmeleri çok ama çok zordur. Bugünkü kırsal kesim, taşra, bedevî ve ârabî kültürüyle, Latin yazılı sığ eğitimle düzelme ve ıslah olmaz.
Batılıları, Frenkleri, gayr-i Müslimleri, İslam düşmanlarını; onlar sıçan deliğine girseler biz de girecek şekilde körü körüne taklit ediyoruz.
Merzifon’dan bir aile İstanbul’a geliyor, kadınlar ihramı atıp Muhmutpaşa pardösüsünü sırtına geçiriyor. İhramdaki sanat, zarafet, millîlik… Pardösüdeki taklitçilik...
Nisanın başında Şanlıurfa’ya gitmiştim. Hâdimülfukara Abdülhakim efendinin medresesindeki bütün talebeler Osmanlı fesi giyiyordu. Türkiye ikliminde yaşayan Müslümanlar serpuşlarıyla, kılık kıyafetleriyle üstünlüklerini, özelliklerini tebarüz ettirmelidir.
Kıyafetle, serpuşla iş bitmez ama onlarsız da olmaz.
Resulullah (Salat ve selam olsun ona) “Bir kavme (topluma) benzeyen onlardan olur” buyurmuşlardır.
Günümüzün Müslümanlarını zahirî kıyafetleriyle küffardan ayırt etmek mümkün değildir.
Bugünkü sığ, yüzeysel, donuk, çapsız kültürle Müslümanlar serpuş ve kıyafet meselesini halledemezler.
Üzerinde Amerikanca yazılar olan tişörtlü, kot pantolonlu, Adidas ayakkabılı Düttürü Leyla İslamcılar mı serpuş ve kıyafet meselesinde öze ve asla dönecek? Vâ esefâ…