Efendimizi tanımak
Bediüzzaman Hazretleri Mesnevî-i Nûriye isimli eserinde ‘Muhammedî Nûr’u meâlen şöyle anlatır: Âleme bir kitap nazarıyla bakılırsa şayet, Muhammedî Nûr, o kitabın Kâtibinin kaleminin mürekkebi olur... Şayet kâinatı büyük bir ağaç kabul edersek Muhammedî Nûr, o ağacın hem çekirdeği hem de meyvesi olur... Eğer âlemi bir hayat sahibi varlık kabul farz edersek Nûr-ı Muhammedî o canlının rûhu olur... Şayet kâinatı büyük bir insan olarak tasavvur edersek Muhammedî Nûr, o insanın aklı olur... Eğer, âlem haşmetli ve şâşâlı bir cennet bahçesi olarak hayal edilirse Muhammedî Nûr, o bahçenin andelîbi olacaktır... Veya kâinatı büyük ve haşmetli bir saray telakki ve kabul edersek Muhammedî Nûr, ‘Ezel ve Ebed Sultanı’nın isim ve sıfatlarının tecellîleri ile tezyin edilmiş, süslenmiş o sarayın nâzırı, teşrifatçısı, muallimi, mübelliği olacaktır...
Sevgili Efendimizin ‘manevî şahsiyeti’ni tanımaya olan ihtiyacımızı her hâlimiz, fertten topluma verdiğimiz her fotoğraf karesi âdetâ haykırıyor. Manevi hislerimizi coşturan şiir ve musiki şölenlerinden öte derûnî ameliyatlar yapacak ciddi tahlilleri hazmetmek zarureti ortada. Zira ne hayat tarzımız Resûlullah’ın (asm) hayat tarzına çok yakın, ne de gündemlerimiz nebevî gündemle örtüşüyor. Yaraya ciddi neşter vurulmalı; makyaj malzemeleri ile yarayı örtmek günü kurtarmaktan başka işe yaramaz çünkü. Yara derin ama tedavi edilmez değil, örtü kalın ama yırtılmaz değil!
Her şey kalplerin fıtrî mecrasını bulmasına bağlı; kalpler istikametini bulmayınca kalıplar doğru amellere yönelmiyor çünkü. ‘Samed aynası’ olan kalbe kâinatı içine alsa doymayacak bir ‘muhabbet’ duygusu yerleştiren Hakk Teâlâ, ‘muhabbet’in doğru ve yerinde kullanılıp kullanılmadığını görecek bir ölçü ilan etmiştir: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (3/31) Demek ki Allah’ı sevmenin göstergesi ve ölçüsü Habîbullah’a uymak ve onun sünnetini yaşamak. Şayet Onun sünnetine bîgane kalınıyorsa Allah sevgisi zayıf demektir. ‘Kalb’in ‘kalıp’ta aksetmesi budur işte! ‘Kalp’ Allah sevgisi ile dolmalıdır; bunun da ölçüsü ‘kalıb’ın Allah Resûlünün sünnetiyle terbiye olması, o ölçü ile yaşamasıdır...
Şimdi soru şu: Bu kadar hayatî bir mesele idrak edilmeden Resûl-i Ekrem (asm) anlaşılabilir mi hiç? Bu sır hazmedilmeden Onu hakkıyla tanıdığımız hiç söylenebilir mi?
Bu meselede bir başka hayati nokta da şu: Peygamber Efendimizin hayatını anlatan kitaplar okunurken, bu kitapların aslında Onu tam anlatamadığı, çünkü Onun beşeri hayatından başka bir de manevî hayatı olduğu, Habîbullah’ın o beşeri hayat çekirdeğinde sümbüllenen nûrânî, azametli, haşmetli bir ağaç olduğu hiç unutulmamalı...
Bu sırrı anlamak için şu ince örneği dikkatle okumak gerekecek: “Meselâ bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup, açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü’ eder, büyür.
Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir.
Şimdi o çekirdek ve o yumurtaya âit sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hâsıl olan ağaç ve kuşun da, o çekirdek ve yumurtanın âdi küçük keyfiyet ve vaziyetlere nisbeten, büyük ve âlî sıfatları ve keyfiyetleri var.
Şimdi o çekirdek ve o yumurtanın evsâfını, ağaç ve kuşun evsâfıyla rabtedip bahsetmekte lâzım gelir ki; her vakit akl-ı beşer, başını çekirdekten ağaca kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin. Tâ işittiği evsâfı onun aklı kabul edebilsin. Yoksa ‘Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım.’ ve ‘Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır.’ dese, tekzib ve inkâra sapacak.
İşte bunun gibi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın beşeriyeti; o çekirdek, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risâletle parlayan mâhiyeti ise, Şecere-i Tûbâ gibi ve Cennet’in tayr-ı hümâyunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için çarşı içinde bir bedevi ile niza eden o zâtı düşündüğü vakit; Refref’e binip, Cebrâil’i arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyn’e koşup giden Zât-ı Nûranîsine, hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmâresi inanmayacak.” (Zülfikar, Osmanlıca Esas Nüsha, s.155-156)
Yâ Rabbi! Kalblerin tabîbî ve ilâcı, bedenlerin âfiyet ve şifâsı, gözlerin nûru ve ışığı olan Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve ashâbına salât ve selâm eyle!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.