'Buti' İnsan Yiyen
Cibuti’nin izlerini sürüyoruz. Günlerce soru sorabileceğimiz, Fransız sömürgesine, ABD üssüne, ülkede kol gezen Alman, Japon bilcümle beyazlara “burada ne işiniz var?” sorusunu sormuş ya da soran birilerini arıyoruz. ülkedeki yoksulluğa karşı parmağını bile oynatmayan Cibuti devlet başkanına bu durumdan dolayı iç olmazsa sitem eden serzenişte buluna birilerinin izini sürüyoruz.
Hiç olmazsa diliyle dişinin arasında söylenebilen bir düşünür, bir sanatçıyı, siyasetçiyi arıyoruz.
Herkese soruyoruz tanışıp konuşabileceğimiz bir yazarınız, şairiniz, akademisyeniniz, sanatçınız var mı? Tanışabilir miyiz?!!
Sözcükler havada kalıyor. Boşlukta kaybolup yok oluyor. Yok... Yok... YOK!
Cibuti’nin başkenti Cibuti. Otelimizin hemen 15–20 metre ötesinde Cumhurbaşkanlığı binası ama başkent çöplükten ibaret. Göstermelik bir hizmet verme gereği dahi duyulmamış.
Belediye hizmeti, trafik lambası, çöp konteynırı gibi şeyler yok mesela.
Yokluğun tanımı gibi çöplüğün tanımı da burada bir başka. Anlatması güç. Yok, anlatmaya kelimeler yetmez. Her yer, her yan pislik içinde arazi, dağ taş rengârenk poşet. Bu doğa bu poşetleri ne zaman tüketir diye kaygılanmadan edemiyorsunuz.
Tüm bu keşmekeşte, tüm bu sefalette, tüm bu yoksullukta, tüm bu yoksul ile zengin arasındaki uçurumda hiç olmazsa hükümetinden bir şeyler talep edecek muhalefet yok.
Halkta korku hakim. Muhalif bir isimden (ki o da ülkeyi çoktan terk etmek zorunda kalmış) bahsederken, hükümetten bahsederken seslerini olabildiğince alçaltıyorlar. Gözünü açıp sömürgeciyi görmüş, gözünü açıp yoksulluğu görmüş bir millet. İsyan etmek yok, karşı çıkmak yok, muhalefet yok, isyan yok… YOK!
Sonradan konuşabildiğimiz, konuşabilen bir öğretmenden öğreniyoruz. Cibuti’de insan hakları ihlalleri alanında görülen belli başlı ihlaller nedir sorusuna, “özgürlük yok, konuşmak, eleştirmek, muhalefet etmek yasak. Seçimler göstermelik” diyor.
“Buti” yamyam manasında Fransız sömürgecilerce verilmiş bir isimmiş. İstila ettikleri coğrafyaların insanlarının maddi manevi tüm varlığını yiyen, sömüren, iliğini kemiğini kurutan istilacılar “Buti” demişler Cibuti halkına. Onlar da “Cibuti” diyerek “insan yemek yok” demek istemişler. Cibuti olmuş ülkenin adı. ülkelerinin adını bile değiştirememişler sonra. Kaldı ki makus talihlerini yenecek, işgale, sömürüye, baskıya hayır diyecekler. Yok, çok zor.
Yadırgamıyorlar, sömürge olmayı olağan görüyorlar. Bizim kadar kızmıyorlar Fransız askerine ya da ABD askerine. Olması gereken buymuş gibi düşünüyorlar. Kendilerinin de bir hakları olduğunun farkında değiller.
Sömürgeciye çık git deme lüksleri de yok doğrusu. Bizler gitmedikçe, bizler araya mesafeler koydukça sömürgeciye, onların bir lokma ekmeğine mahkûmlar. Necip Fazıl’ın şiirinde olduğu gibi “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul”
Aynen öyle bir uçurum aynen öyle bir taksimat söz konusu.
Az önce birkaç ottan, çöpten oluşan sözde evlerin bulunduğu semtten birden aynı bölgede varlık ve yokluk, yerli halk ve sömürgeci arasındaki farkı görmek dehşete düşürüyor. Gabot bölgesi mesela tamamen sömürgeci Fransız yerleşimcilerden oluşuyor. Yüksek duvarlarla çevrilmiş lüks evler. Cibuti, bakir toprakları, sahilleri, kumsallarıyla kurtarılmayı bekliyor. Ne çare ki, ne yazık ki yüzyıllardır topraklarını sömüren, kanlarını, canlarını sömüren Fransızlar gitmemişken; daha yetmez gibi 11 Eylül olaylarını bahane eden ABD, Afrika’daki en büyük askeri üssünü Cibuti’ye kurmuş. Cibuti limanıyla, jeopolitik konumuyla olanca yoksulluğuna rağmen Batılı sömürgeci ve işgalcilerin iştahlarını kabartmaya devam edecek.