Ehli Kitab’ın Yaptıkları İyi Ameller Ahiret Ecrini Kazandırmaz
Ayet-i Kerime:
Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür. EL-BEKARA
Hadis-i Şerif
Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kur’ân-ı güzel okuyan ve amel eden kişi şerefli ve saygılı olan katip, meleklerle beraberdir.” Kur’ân-ı güçlük çekerek okuyan kişiye iki sevap vardır. (biri okumasından diğeri de zorlanmasından dolayı) (Buhârî, Müslim ve Tirmizî)
Alimlerden Öğütler
Bir insan tarih boyunca Müslümanların Kur’an’ın toplanması, korunması yazılması ve kıraatı konularında ne kadar dikkatle çalıştıklarını düşünse, Kur’an’ın tahrif edildiği fikrinin ne kadar yersiz olduğunu kesin anlar.
İmam Humeyni (r.a)
Ehli Kitab’tan iyi bir amel yapana, hastalıksız yaşamak, uzun ömür ve zenginlik gibi bir takım karşılıklar dünyâda verilebilirse de onların âhirette Allâh-u Teâlâ’dan ecir almaları söz konusu olamaz.
Allâh-u Teâlâ’nın: “Her kim (Kur’ân’ı tasdik eden ve salih ameller işleyen) bir muhsin olarak kendisini Allâh’a teslim eder (İslâm’a girer)se, Rabbi katında ecri O’na aittir.” (Bakara Sûresi:112) âyet-i kerîmesinde görüldüğü üzere Allâh-u Teâlâ Kendi katındaki mükâfatı sadece Müslüman olanlara tahsis etmiştir.
Dolayısıyla Ehli Kitab’tan iyi bir amel yapana, hastalıksız yaşamak, uzun ömür ve zenginlik gibi bir takım karşılıklar dünyâda verilebilirse de onların âhirette Allâh-u Teâlâ’dan ecir almaları söz konusu olamaz. Nitekim Mevlâ Teâlâ onların iyilikleri hakkında:
Kül gibi ameller
“Rablerini inkâr etmiş olan o kimselerin şaşılacak hâline gelince:
Onların (fakire yardım, köle âzâdı, esirleri kurtarma, misafirlere ikram ve akrabayı gözetme gibi yapmış oldukları iyi) amelleri bir kül gibidir ki, fırtınalı bir günde o rüzgâr onu çabucak kaldırıp götürmüştür. (İşte darmadağın olan o külün parçalarından hiçbir istifâde edilemeyeceği gibi, îmansızlar da iyi amellerinin hayırlarını göremeyeceklerdir.) Onlar (iyilik namına) kazanmış oldukları şeylerden dolayı (sevap elde etmek, ya da azaplarını hafifletmek gibi) hiçbir şeye (kıyâmet günü) güç yetiremezler.
İşte sana! Ancak bu (misalin açıkça ortaya koyduğu durum), (doğru yoldan) pek uzak bir sapıklığın ta kendisidir!” (İbrâhîm Sûresi:18)
Seraptan farksız
Allâh-u Teâlâ başka bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurmuştur:
“(Müminler sâlih amellerine karşılık ölçüsüz mükâfatlara nâil olacaklardır,) ama o kimseler ki kâfir olmuşlardır; onların (sıla-i rahim ve mazlumlara yardım gibi, iyilik adına yaptıkları) amelleri, dümdüz ve geniş bir ovadaki bir serap gibidir ki, susayan kimse onu bir su zannetmektedir. Nihâyet o (su sandığı şeyin yanı)na geldiğinde onu (su olarak bulmak bir yana, mevcut) bir şey olarak (bile) bulamamış, ama onun yanında Allâh’ı(n azâbını ve zebânilerini) bulmuştur da O, ona (hak ettiği) hesab (ve cezas)ını tastamam vermiştir.
Pişmanlık ve üzüntü
(İşte böylece kâfir de, Allâh katında sevap bulacağı inancıyla yaptığı birtakım iyi amellere son derece muhtaç olacağı kıyâmet gününde, sevap yerine Allâh’ın büyük azaplarıyla karşılaşınca, çölde susuz kalan birinin, su sanarak nice gayretlerle kendisine ulaştığında hiçbir şey bulamadığı için uğradığı pişmanlık ve üzüntüden daha beterine tutulacaktır.)” (Nûr Sûresi:39)
Diğer bir âyet-i kerîmede ise Rabbimiz: “Biz o (kâfir ola)nların yapmış oldukları o (iyi) amele yöneldik de, nihâyet onu dağılmış bir toz (gibi faydalanılamayan değersiz bir şey) hâline getirdik.” (Furkan Sûresi:23) buyurmuştur.
Yine böylece Allâh-u Teâlâ:
“O kimseler ki Bizim âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlamışlardır; onların(, düşkünlere yardım ve sıla-i rahim gibi iyilik nâmına yaptıkları) amelleri boşa gitmiştir.” (A‘raf Sûresi:147) buyurmuştur.
“Fahrurrâzî Tefsîri”nde zikredildiğine göre; Allâh-u Teâlâ, kibirlileri âyetlerini anlamaktan çevirmesinin sebebinin onların, âyetleri inkâr etmeleri olduğunu beyân ettikten sonra bu inkârcıların hâlini bu âyet-i kerîmesiyle açıklamıştır.
VEBALLERİ SABİT OLUR
Çünkü bâzıları, inkârcılardan kiminin iyi işler yaptığını göz önünde bulundurarak, onların azâbının diğerlerinden farklı olabileceğini sanmasın diye Allâh-u Teâlâ bu âyet-i kerîmesiyle, kibirli veyâ mütevâzi yâhut iyiliği az ya da çok hiçbir inkârcının yaptığı iyilikten fayda göremeyeceğini böylece açıklamıştır. (el-Fahru’r-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, ilgili âyet-i kerîme)
“Taberî Tefsîri”nde zikredildiğine göre; Allâh-u Teâlâ bu âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmak istemiştir:
“Yeryüzünde haksız yere kibirlenen bu kimseler, Bizim huccetlerimizi, rasûllerimizi ve âyetlerimizi inkâr edenler ve ölümünden sonra kıyâmet günü diriltilip âhirette Bize kavuşacağını kabullenmeyenlerin amelleri boşa gidip bâtıl olmuş, vebâlleri ise ele girip sâbit olmuştur.
Çünkü onlar amellerini Allâh’tan gayrisi için yapmışlar ve kendilerini Allâh-u Teâlâ’yı râzı etmeyen işlerde yormuşlardır, bu nedenle de amelleri kendilerine vebâl olmuştur. Ama onlar yapmış oldukları şeylerin karşılığından başkasıyla cezalandırılmayacaklardır.
Ahiret buluşması
Fakat amelleri Rahmân’a itaat yolunda değil de, şeytanın tâati uğrunda olduğundan onların amellerinin karşılığı, dumanlarının kendilerini çepeçevre kuşattığı bir ateş içerisinde ebedî kalmak olmuştur.” (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, ilgili âyet-i kerîme) “Mâtürîdî Tefsîri”nde zikredildiğine göre: “Bu âyet-i kerîmede geçen ‘Âhiret buluşması’ndan maksat, öldükten sonra dirilmektir.
‘Onların amellerinin haptolması’ iki mânâda değerlendirilebilir: Birinci ihtimâle göre; bunlar daha önce mümin iken sonradan âyetleri yalanlayıp onları inkâr edince, îmanlıyken yaptıkları iyi ameller boşa gitmiştir. İkinci mânâya göreyse; onların sıla-i rahim, sadaka vesâir hayırlar gibi kâfirken yaptıkları amelleri sevapsız kalmıştır. Çünkü onlar bu amelleri îmâna mukarin olarak işlememişlerdir.” (Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, ilgili ayet.)
Sevapsız kalacaklar
İlm-i kelâmda ve tefsirde zirve isimler olan bunca müfessirin beyanlarından da anlaşıldığı üzere bütün bu âyet-i kerîmelerde kâfirlerin iyilik nâmına yaptıkları tüm amellerinin habt olacağı (sevapsız kalacağı) bildirilmişken, ayrıca:
“Allâh’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allâh ile peygamberleri arasında ayırım yapmak isteyerek: ‘Bir kısm(ın)a inanırız, bir kısmı(nı) inkâr ederiz!’ diyenler …
İşte onlar, hakikaten kâfirlerin ta kendileridir!” (Nisâ Sûresi 150-151) âyet-i celîlelerinde de Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e inanıp uymayan Yahudi ve Hristiyanların gerçek mânâda kâfir oldukları beyan edilmişken, artık dünyâyı iyilikle doldursalar da, Peygambere ve Kur’ân’a uymayan o kâfir Yahudi ve Hristiyanların âhiret ecrine nâil olacaklarını söyleyebilmek için gerçek mânâda kâfir olmak gerekir.
Yine böylece Allâh-u Teâlâ kimin iyi amelinin Kendi katında muteber olduğunu beyan sadedinde peygamberlere îmânı şart koşmuştur. Nitekim Allâh-u Teâlâ:
“(Ey kaldırılan hükümleri önemseyip, iyiliğin tümünü onlardan ibaret sayarak Kudüs’ün doğu tarafını kıble edinen Hristiyanlarla, batı cihetine yönelen Yahudiler!) O birr(-u takvâ, Allâh’a yaklaştıran taat ve iyilikler); (ibadetleriniz esnasında) yüzlerinizi o (Kudüs’ün) doğu ve batı yönüne döndürmeniz değildir.
Asıl hayır imanda
Velâkin (kendisine önem verilmesi gereken) birr(-u taat sahibi), Allâh’a, o son güne, tüm meleklere, bütün kitaplara ve peygamberlerin hepsine inanmış olandır…” (Bakara Sûresi:177) buyurmuştur.
Âlûsî gibi birçok müfessirin beyanları vechile; âyet-i kerîmede geçen hıtab Ehli Kitab’a âittir. Onlardan her biri iyiliğin tamamını kendi kıblesine yönelmeye hasredince Allâh-u Teâlâ bu âyet-i celîleyi indirerek neshedilen bir kıbleye yönelmekte hiçbir hayır bulunmadığını, asıl hayrın, bütün peygamberlere ve kitaplara îmânın da aralarında bulunduğu îman şartlarına inanıp, namaz ve zekât gibi İslâm şartlarını yerine getirmekte olduğunu beyan etmiş, böylece de onların hayırlarının makbul olmadığını açıklamıştır.
(Âlûsî, ilgili âyet-i kerîme)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.