Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Basın Konseyi... Bu da benden Genelkurmay’a brifing!

Basın Konseyi... Bu da benden Genelkurmay’a brifing!

1980’li yılların sonu, 1990’lı yılların başı... O zamanlar Türkiye Gazetesi’nde çalışıyorum... Bugün “illegal” olarak vasıflandırdığımız Basın Konseyi de, “kuruluş günleri”ni yaşıyor... Ben ve bazı arkadaşlarım da; “rica”lar üzerine “Basın Konseyi ile Dayanışma Derneği”ne üye olduk... Hatta bazılarımız, “dernek yönetimi”nde görev bile aldı... Öyle ya; “Basın Konseyi’nin ayakta kalabilmesi” için “Basın Konseyi ile Dayanışma Derneği”ne ihtiyaç vardı... Ne yalan söyleyeyim; böyle bir derneğin niye kurulduğunu ve Konsey’in de bu derneğe niye ihtiyacı olduğunu o zamanlar hiç bilmiyordum... Ta ki, “o toplantı”ya kadar!..
O toplantı, Sultanahmet’teki “Yerebatan Sarnıcı”nın karşısındaki İl Özel İdaresi’nin toplantı salonunda yapılmıştı... Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, kürsüye çıkmış, “Basın Konseyi’nin önemi”nden ve “yapacağı işler”den bahsediyordu ki; Yusuf Ziya Belviranlı arkadaşımız, Oktay Ekşi’de “deprem etkisi”ne yol açan şu soruyu sordu:
“Basın Konseyi’nin yasalar karşısındaki durumu nedir?.. Dernekler Kanunu’na göre; hükmî bir şahsiyeti var mıdır?.. Hükmî bir şahsiyeti olmadığı, yani tüzel kişiliğiniz olmadığı için mi Basın Konseyi ile Dayanışma Derneği kurulmuş ve harcamalar onun üzerinden yapılmaktadır?.. Dünyada, bunun benzeri bir kuruluş var mıdır?..
Şunu açık ve net söylüyorum: Şu anda kendinizi sağlama almış olabilirsiniz ama, bir devran değişikliğinde sizi ilk ihbar edecek ve yakanıza yapışılmasını sağlayacak olan benim!”
VALİ’NİN DERNEKTE NE İŞİ VAR?
Oktay Ekşi, bu soru ve uyarı üzerine kıpkırmızı kesilmiş, “kem-küm” etmeye başlamıştı!..
Söyleyebildiği sadece şuydu:
“Dünyada benzeri örnekleri var... Kaldı ki, Basın Konseyi’nin üyeleri arasında Vali’ler bile var!”
Bu “Vali’ler bile var” sözü, kafamda şimşekler çakmasına yol açmıştı...
Oktay Ekşi’nin “Vali” dediği, o zamanki İstanbul Valisi Nevzat Ayaz’dı!..
İyi de, bir “Vali”nin; “Basın Konseyi” gibi bir kuruluşta ne işi vardı?..
Bu soruyu biraz “sesli” olarak sormuş olmalıyım ki, cevap Yusuf Ziya Belviranlı’dan gelmişti:
“Ne işi olacak” dedi;
“Basın Konseyi, şu an itibariyle yasadışı bir kuruluş... Dolayısıyla, herhangi bir ihbar veya şikâyette, ilk harekete geçecek olan Emniyet’in Dernekler Masası’dır!.. Emniyet, Vali’ye bağlı olduğuna, Vali de Basın Konseyi üyesi olduğuna göre, kendilerini sağlama almışlar!”
İşte o gün anlamıştım, “kanuna karşı hile”nin ne demek olduğunu!.. Kur bir dernek, al bir Vali, kurtul “Emniyet denetimi”nden!..
Öyle ya;
Basın Konseyi, Emniyet Dernekler Masası’nda bile kaydı bulunmayan “yasadışı bir kuruluş”tu!..
Evet, “illegal”di!..
İllegal bir kuruluşun da, “harcama” yapması veya “harcamalarının hesabını vermesi” mümkün değildi.
Ortada bir “handikap” vardı.
Bu açmazı aşmanın tek yolu, “Basın Konseyi ile Dayanışma Derneği”ni kurmaktı!..
Kurdular da...
Sonradan, adı “Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı” olarak değiştirilen bu dernek, aslında “Basın Konseyi’nin bankası”dır!..
PATRONLARIN GÜDÜMÜNDE BİR KURULUŞ!
Peki, bu “banka”ya kimler “para” yatırmakta ve dolayısıyla “Basın Konseyi’nin yaşaması”nı kimler sağlamaktadır?..
“Patronlar!”
Evet evet; Basın Konseyi’ni ayakta tutan “gazete patronları”dır!..
Patronlar, Basın Konseyi’ne, daha doğrusu Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı’na, her ay “belli bir aidat” öderler ve böylece Basın Konseyi’ni yaşatırlar!..
Söyleyin Allah aşkına;
Hiçbir kişinin, “binmeyeceği eşeğin önüne ot atmadığı” şu menfaat dünyasında, patronlar, bu “illegal kuruluş”a niye para öderler, onu niye ayakta tutarlar?..
Hiç aklınız kesiyor mu;
“Patronlar tarafından beslenen” bir kuruluş, “patronlar aleyhinde” faaliyette bulunsun!?!
“Onlar aleyhinde” açıklama yapsın!..
Mümkün mü bu?..
Zaten, patronlar da, bu tür kuruluşları yemliyorlar ki, “lazım olduğu”nda devreye girsinler ve “patronlar lehinde” açıklama yapıp, bildiriler yayınlasınlar!..
IPI... YA DA SAHİBİNİN SESİ!
Aynen, IPI gibi!..
Malûm, “İllegal Basın Konseyi”nin başkanı ve aynı zamanda “Hürriyet’in başyazarı” olan Oktay Ekşi, International Press Institute (IPI) adlı kuruluşun dünyada çok önemli olduğunu iddia etmiş ve şunları yazmıştı:
“Dünyanın neresinde basına ve basın mensuplarının özgürlüklerine dönük bir tehdit söz konusuysa derhal o konuyla ilgilenir.”
Sabah’ın okur temsilcisi Yavuz Baydar; “Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yoktur” demiş ve devam etmişti: “IPI, etkisini Soğuk Savaş’la bitirmiş, ahı gitmiş vahı kalmış bir kuruluştur. Dünyada bir hükmü yoktur. Etkisi sıfırdır. Tıpkı Dünya Basın Konseyleri gibi.
Dünyada pek az gazeteci IPI’ın varlığından haberdardır. Bunun bir sebebi, IPI’nın gazetecilerin özgürlüklerine yönelik patronaj tehdidi karşısında korkudan hiçbir şey yapamamasıdır. Çünkü parasal kaynak için patronların ağzına bakmaktadırlar. Dünyada etkili meslek kuruluşları WEF, CPJ ve RSF’dir.”
Yavuz Baydar’ın da yazdığı gibi; IPI ve Basın Konseyi benzeri kuruluşlar, gazete patronlarının “nöbetçi kulübeleri”nde bekleşen “bildiri tetikçileri”dir!..
Amiyane tabiriyle;
“Sahibinin Sesi”dirler!..
Patronlar, “Saldır Co” dediğinde saldırırlar, “Parçala” dediğinde parçalarlar!..
Buna mecburdurlar!..
Çünkü, çark, “patron paraları”yla dönmektedir!..
BU VAKFIN GELİRİ VE GİDERİ NEDİR?
Yalnız, benim anlayamadığım şu:
Eskiden, “üye”lere bilgi verilir, “dernek” veya “vakıf”ın nerelere, ne kadar harcama yaptığı kalem kalem açıklanırdı...
Son yıllarda, böyle bir “bilgilendirme” yok!.. Ya da, ben bilmiyorum!..
Ama, merak da ediyorum;
“Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı’na hangi gazete, ne kadar ödemiş?.. Bu paranın ne kadarı, nerelere harcanmış?.. Gelir-gider hesapları mutlaka dengeye oturtulmuştur ama, gelir nedir, gider nedir?..”
Tam bu satırları yazıyordum ki; bir konuyu danışmak üzere aradığım Yusuf Ziya Belviranlı arkadaşım tekrar bana döndü ve “Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı’nın internet sitesine girdin mi?” diye sordu...
Girmediğimi söyleyince, sitede “gördüklerini”, daha doğrusu “göremediklerini” anlattı...
Meğer, “Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı”nın internet sitesinde, “sadece 2002 yılına ait hesaplar”ın dökümü varmış, iyi mi?..
“2002 öncesi” de yokmuş, “2002 sonrası” da!..
“Milyarlarca lira harcaması” bulunan bir vakfın “hesap dökümü”nün olmaması, sizce de enteresan değil mi?..
Acaba, “2002 öncesi ve sonrası”nın hesapları “ibra” mı edilmedi, yoksa ortada bir “ihmal” mi var?..
Hani, demek istiyorum ki;
“Almanya’daki Deniz Feneri Derneği’ndeki 16 milyon Euro’nun ne olduğunu” merak edenler, bir de “Oktay Ekşi’nin vakfı”na bir el atsalar!..
“Vakıf” olduğuna göre, bu işle ilgilenmesi gereken kuruluş, herhalde Vakıflar Genel Müdürlüğü olmalıdır!..
Kendilerinden bir açıklama bekliyorum...
Haa, bu arada;
“Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı”nın “Yönetim Kurulu” veya “Mütevelli Heyeti” kimlerden oluşmaktadır, bu konuda da bir açıklama yaparlarsa sevinirim!..
Zira, sitede “mütevelli heyeti”yle ilgili de, en ufak bir bilgi yok!..
Tamam, Basın Konseyi “illegal” olmasına illegal de, vakfın da illegal olup-olmadığını merak etmeye başladım!..
BAŞBUĞ’UN AKREDİTASYON KRİTERİ!
Bu yazıyı, “Genelkurmay Başkanı’na brifing” olarak yorumlayabilirsiniz... Çünkü, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, önceki gün bazı gazetelerin genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcilerine “brifing” verirken, kendisine, bu toplantıya “Zaman, Vakit, Bugün, Taraf, Birgün ve Evrensel” gazetelerinin niye çağrılmadığı, “akreditasyon kriterleri”nin ne olduğu sorulunca, şu cevabı vermiş:
“Akreditasyon konusunda bir açılım yaptık... Bu konuda bize sık sık kriterlerimiz soruluyor... Böyle bir kriterimiz yok...
Buna gerek de yok... Tek kriter; Basın Konseyi ve Gazeteciler Cemiyeti’nin basın meslek ilkeleridir... Bu ilkelere herkes uyarsa, kişilerin de kurumların da problemi kalmaz... Bundan sonra akreditasyon konusundaki kriterimiz bu ilkelere uyum olacaktır... Bu ilkelere aykırı yayın yapanları Basın Konseyi’ne ve Gazeteciler Cemiyeti’ne ileteceğiz...
Bu kurumların müeyyide uygulamasını bekleyeceğiz. Şayet buradan sonuç alamazsak, kendi tedbirimizi alacağız. Bu gidişata göre, akreditasyon sınırları genişleyebilir veya daralabilir. Böylece, medya ile ilişkilerimizi daha sağlıklı ve daha kurumsal bir zemine oturtmak istiyoruz.”
Org. İlker Başbuğ’un basında çıkan açıklaması aynen böyle!..
Ne diyor?..
“Basın Konseyi ve Gazeteciler Cemiyeti’nin basın meslek ilkelerini esas alıyoruz!”
ONLAR KONSEY’İN ÜST YÖNETİMİNDE AMA!..
Hiçbir yorumda bulunmadan diyorum ki; “kuruluşunda yamukluk ve sakatlık” bulunan bir Konsey’in yayınladığı “ilke”ler, acaba ne kadar “sağlam” ve ne kadar “tutarlı” olabilir?..
Kaldı ki; o toplantıya katılan gazetecilerin çalıştığı “gazeteler”in bir kısmı “Basın Konseyi’nden istifa” etmişler ve dolayısıyla “Konsey’in ilkelerine uymayacakları”nı açık açık deklare etmişlerdir!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Basın Konseyi’ni tanımadığı”nı deklare eden bir gazete, hiç onun “ilkeleri”ni takar mı?..
Ama onlar, “akredite” gazeteciler olarak davet edildiler ve “Genelkurmay’daki brifinge” katıldılar!..
Şu garabete bakın ki;
Bırakın “Basın Konseyi’nin ilkeleri”ne uymayı, Basın Konseyi’nin Yüksek Kurul üyesi olmalarına rağmen, Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Kanal 7 yöneticisi Mustafa Çelik, önceki günkü ve dünkü toplantıya çağrılmadılar!..
Hele söyleyin; bu iki ismin “Basın Konseyi’nin ilkelerine uymadıkları” iddia edebilir mi?..
Öyle ya; “uymayacak” olsalar, “Yüksek Kurul”da zaten görev almazlar!..
“ÇÜRÜK(!)” GAZETECİ DE AKREDİTE!
Demek oluyor ki;
“Akreditasyon”da, bizim de bilmediğimiz çok daha başka “kriter”ler var!..
Eğer “daha başka kriterler” olmasaydı; Genelkurmay’daki toplantılarda, aynı zamanda “Ergenekon Terör Örgütü sanığı” da olan ve geçmişte “Genelkurmay başkanları tarafından lanetlenen” gazeteciler “baştacı” yapılmaya devam edilir miydi?!?
Tabii, kendilerine “general süsü” verip, komutanlara kelek atan gazeteciler de davet edilmezdi!..
Sadece onlar mı?..
“Askerlikten yırtmak” için “ameliyat” olup, “dalağını aldıranlar” ve böylece “çürüğe(!) çıkanlar” da baş köşeye oturtulmazlardı!..
Her neyse... Olan oldu...
Genelkurmay Başkanı, önceki gün meslaktaşlarımıza “brifing” verdi ve çeşitli konulardaki görüşlerini açıkladı... Umarım, benim bu yazımı da “Genelkurmay’a verilmiş bir brifing” olarak yorumlarlar ve “ilke”lerini esas aldıkları Basın Konseyi’nin aslında nasıl bir “illegal” ve nasıl “dandik” bir kuruluş olduğunu öğrenmiş olurlar!..
Bilmem anlatabildim mi Sayın Başbuğ!..
CHP niye kazanamaz?
Bizler, “Kesintisiz 8 Yıl Eğitim”e karşı çıkıp, bu sistemin “İmam-Hatip Liseleri ile Kur’an Kursları’nın köküne kibrit suyu dökeceğini” söylediğimizde, CHP’liler “laiklik” diyorlardı, “çağdaşlık” diyorlardı...
Ama şimdi görüyoruz ki; bu defa onlar ağlayıp zırlamaya başlamış... Meselâ CHP Trabzon İl Başkanı Necip Yıldız demiş ki; “8 yıllık eğitimle; öğretmenler köyleri boşalttı, köyler imamlara kaldı... İmamların da yüzde 90’ı AK Partili ve SP’li!”
Demek istediği şu: “Bu tablodan bize oy çıkmaz!.. Öğretmenler olsaydı, köylerdeki oylardan bizler de nasiplenirdik!”
CHP’li Necip Yıldız’ın bilmediği şu: Bugün gazete, televizyon ve internet, köylere kadar girdi... Dolayısıyla, imamlar insanları siyasî olarak yönlendirse bile, pek bi işe yaramaz!..
Diyanet Sen Trabzon Şube Başkanı Ömer Tutuş’un dediği gibi; “CHP’nin seçim hezimetlerinde imamların pek bi suçu yok!”
CHP eğer böyle devam ederse... Yani “Hacca gitmek isteyen” vatandaşla “alay” ederse!.. “Peygamberimiz’e hakaret” ederse!.. “Müezzinleri aşağılar” ise... Yani, “Din” ve “Diyanet”e dair her şeyin önüne “takoz” olmaya devam ederse; “seçim galibiyeti”ni ancak “rüyasında” görür!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi