Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ders kitapları

Ders kitapları

Vakit’in bazı ders kitaplarına ilişkin haberini dikkatle ve dehşetle izliyorum. Bu çağda bile ilkel darbelerle yasadışı darbeciliğin övülmesi, milli iradenin yerilmesi insanı dehşete düşürüyor.
Anlıyorsunuz ki, Türkiye’nin demokratikleşmesi için iktidarın “demokratik” kimlikte, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve ilgili bakanın “demokratik” kişilikte olmaları yetmiyor; bürokrasi ile jakoben gelenekten beslenen aydın kitlenin de bu çizgiye çekilmesi gerekiyor…
Çünkü bürokrasi ile aydınımız eski alışkanlıklarına bağlı olarak “darbe” geleneğini savunuyor. Jakobenist Türk aydını (istisnalar kaideyi bozmaz) milli iradeye karşı duruşunu bozmak şöyle dursun, gözden geçirmeye bile yanaşmıyor.
Tabiatıyla ders kitapları demokrasiye aykırılıklar içeriyor… Ders kitaplarını yazanlar darbeye methiyeler düzüyor. Ders kitaplarında milli irade ve milli iradenin tecellisiyle belirlenmiş demokratik iktidarlar yerle bir ediliyor.
Yaygın bir “Ergenekon” ahlâkıyla karşı karşıyayız. Kitapta “darbe” konusunda o kadar dikkatli bir üslup kullanılıyor ki, Adnan Menderes ve arkadaşlarını idam sehpalarında tüketen haksız ve mesnetsiz 27 Mayıs 1960 darbesine “darbe” denilmekten ısrarla kaçınılıp “askeri müdahale” sözcüğü tercih ediliyor.
“1953 yılından itibaren iktidar, CHP'nin mal varlığını gündeme getirerek muhalefetin özellikle hükümetin ekonomik politikalarına yönelik eleştirilerini engellemeye çalıştı… Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları muhalefeti baskıyla susturmaya çalıştı. Ekonomiyi batırdı. Asker de bu anti demokratik yönetime müdahale etti.”
Özet olarak, “asker çok iyi yaptı” demeye getiriliyor. Peki, Türkiye’nin hangi sorununu çözdü?
Ses yok. Ama aynı mantık ve yaklaşımla, kitap, tüm darbeleri alkışlıyor. Tabii darbelerin sebep olduğu insan kıyımından ve siyasi, sosyal, ekonomik bünyemize açtığı travmalardan tek kelime olsun bahsedilmiyor.
Özet olarak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yazdırıp bastırdığı, üstelik öğrencilere “bedava” dağıttığı ders kitabında demokrasi yerle bir…
Oysa biliyoruz ki, Milli Eğitim Bakanı demokratik hassasiyetlere sahip biri. Haberi olsaydı imkânı yok bu kitap dağıtılmazdı. Belli ki bu işten haberdar değil. Kendisinden saklanmış… Bakanların her teferruattan haberdar olmaları zaten gerekmiyor. Doğrusu buna imkân da yok.
Zaten Bakan Sayın Hüseyin Çelik, durumdan haberdar olur olmaz tepkisini bildirmiş, seneye bu işin mutlaka düzeltileceği sözünü vermiştir.
Yani bendenizin Sayın Bakan’dan yana bir endişem yok. Endişem kitabı yazanlardan ve denetleyenlerden kaynaklanıyor. Bu çağda darbeciliği savunan bir mantığın Milli Eğitim Bakanlığı gibi ülkenin geleceğini şekillendirecek bir kurumda üslenmesi Türkiye’nin geleceği açısından çok vahim bir durum…
Yine de bu konuda milletin duruşu ve kıblesi istikametinde çok mesafe alındığını söyleyebilirim.
Düşünün ki, bizim dönemin (iktidarda Demokrat Parti olmasına rağmen devlete CHP jakobenizmi hâkimdi) ders kitapları Müslümanın kıblesine hırlar, inanç manzumemizi horlardı.
Bakın, CHP döneminde liselerde okutulan “Tarih II” isimli ders kitabında Kâbe-i Muazzama nasıl tarif edilmiş:
“Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir. (Benzetmeye dikkat!) Filhakika Kâbe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an'anesi Kâbe'nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir." (Bunu Arap an'anesi değil, doğrudan Kur'ân-ı Kerim söylüyor)
“Araplar'ın aralarında yayılan bu an'aneye göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail'i buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı; İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe'yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücellâ olan Haceriesvedi (olduğu gibi yazıyorum) getirmişti; bu taş sonradan günahkârların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır." (Sayfa: 85)
Peygamber Efendimiz’den “Hicaz Peygamberi” diye bahseden, onu “Türklerin Peygamberi” değilmiş gibi yansıtan kitap, Efendimiz’in “Yıldızlarım” dediği arkadaşlarını (ashabını) “muhteris” olmakla ve “nifak” çıkarmakla suçluyor, pervasızca iftira atıyor:
“Daha Muhammed'in öldüğü anda bütün eski nifaklar, ihtiraslar, hırsıcahlar zincirden boşandılar; O derecede ki; hakkında korku ve hürmet beslenen Peygamberin henüz ılık cesedi, son nefesini verdiği basit odada unutulmuş ve ihmal edilmişti...
“Ali ve yakın akrabaları, Muhammed'i, terk-i hayat ettiği kerpiç odada kimseye haber vermeksizin açtıkları bir mezara acele gömdüler. Peygamberin karıları bile bundan haberdar edilmedi...
“Ebubekir ve Ömer de cenaze merasiminde bulunmamışlardı. Anlaşılıyor ki, o anda siyâsî meşguliyetler o kadar mühim ve mecburi idi ki, kimse Arabistan'ın kudretli hâkim ve sahibinin (Efendimiz Aleyhisselam’dan söz ediyor) cenazesiyle uğraşmaya ne vakit bulmuş ve ne de arzu duymuştur.” (Sayfa: 115-116).
Kur’an-ı Kerim’in “Allah kelamı” olduğunu umarsızca inkâr edip “Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'ân denir” diyen, Peygamber Efendimizle arkadaşlarına iftira atan bu ders kitabı Türkiye’nin geleceğini inşa edecek çocukları doğru düzgün yetiştirmek iddiasıyla yazdırılmıştı.
Belli ki, bugünün yüksek bürokrasisi ile aydını (üniversite, medya, vs.) büyük ölçüde bu mantıktan besleniyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi