D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Yüz Yıllık Hafıza Kaybını Onarmak...

Yüz Yıllık Hafıza Kaybını Onarmak...

Şam, Hama, Humus, Trablusşam, Lazkiye, Beyrut, Havran, Akka, Hayfa, Nablus, Halep, Antep, Kudüs, Yafa...

Bu şehir isimlerinin bir kısmı hâlâ zihnimizde bazı çağrışımlar uyandırıyor. Elbette deyimlerimize, atasözlerimize kadar girmiş Şam, Halep zihnimizdeki yerini hep korudu. Kudüs’ün inancımızda ve gönlümüzde ayrı bir yeri var. Beyrut’u Lübnan’ın başkenti olarak biliyoruz. Hama, Humus bir şekilde 1980’li yıllarda, katliamlar dolayısıyla gündemimize girmişti. Ya diğerleri? Lazkiye ismini son seneler çok duyuyoruz. Akka tarih meraklısı olanların zihninde Napolyon’u durduran savunmasıyla Cezzar Ahmet Paşa’yı hatırlatıyor. Antep bu şehirler arasında bugünkü sınırlarımız içinde kalan tek yer... 

Ya Trablusşam, Havran, Hayfa, Nablus, Yafa?

Şimdi Libya sınırları içinde bulunan Trablus’dan ayırmak için Trablusşam, yani Şam Trablus’u denilen şehir Lübnan’ın kuzeyinde bir liman şehri. Lübnan yönetiminin, Hamidiye Meydanı’ndaki Osmanlı konağının yerine katlı otopark yapmak istemesi üzerine oluşan tepki bu ismi bu sene hafızamıza iade etti... Projeye karşı çıkanlar Türk hükümetinin yardımını bekliyormuş... 

Şehirde 2. Abdülhamid döneminde İzmir’deki Konak Meydanı gibi yeni meydanlar oluşturulmuş. Tal (Hamidiye) Meydanı’nda, 1882 yılında ilk Hükümet konağı inşa edilmiş. Ardından, rüşdiye, sultaniye mektepleri, posta telgraf binası, belediye binası, karakollar, Osmanlı bankası ve ilk tiyatro olan İnce Tiyatrosu yapılmış. Meydan çevresinde bir çok ev de inşa edilmiş. Ayrıca ilk oteller, kahvehaneler ortaya çıkmış. O tarihten beri meydan şehrin kalbini oluşturmaktaymış. Ama Lübnan Cumhuriyeti ilan edildikten sonra burası tamamen terk edilmiş. Bu binalar sebepsizce yıkılmaya başlanmış. Hükümet ilk olarak 1969 yılında Osmanlı Hükümet Konağı’nı yıkmış. Ardından rüştiye mektebi, postane binası gitmiş, İnce Tiyatrosu da dört yıl önce bir milletvekili tarafından satın alınmış ve yıkılmış şimdi yerine alışveriş merkezi inşa ediliyormuş…

Ya Havran? Balıkesir’in Havranı da pek göz önünde değildir ama, Suriye’nin güney batısındaki bu şehrin adını duyan yoktur muhtemelen. Hayfa bir İsrail şehri artık, Yafa gibi, Akka gibi… Nablus sadece coğrafî olarak Filistin’in bir şehri değil, aynı zamanda devlet olarak tanınmayı bekleyen Filistin’in sınırları içinde…

Yazımızın başında isimlerini sıraladığımız yerler yüzyıl önce Osmanlı’nın vilayet veya sancak merkezleri. (Şimdi idarî teşkilatımızda sancak yok. Cumhuriyet’ten sonra sancaklar vilayete dönüştürüldü.) İşte yüzyıl önce bu vilayet ve sancaklardan bir heyet seçilmiş ve Çanakkale’ye davet edilmiş. Çoğu ilmiyeden seçilenlerin. Müftüler, müderrisler, şeyhler… 4 tane de gazete sahibi heyete dahil edilmiş.

Çanakkale’ye daha önce İstanbul’dan yazarlardan oluşan bir “edebî heyet” gönderildiği için, bu heyete “İlmî heyet” denilmiş. Yüz yıl önce tam da bu günlerde Heyet İstanbul’daki ziyaretlerini tamamladıktan sonra Çanakkale’ye geçmiş. Savaş’ın dumanı üstünde hâlâ. Düşman kuvvetleri taarruz halinde değil ama, çekilmeye de niyetli görünmüyorlar… 

Heyet cepheyi geziyor, burada savaşan Halep ve Şam alaylarına mensup askerlerle karşılaşıyor. Kumandanları ziyaret ediyor. İki ay önce Anafartalar’da son İngiliz taarruzunu durdurarak büyük şöhret kazanan ve o sırada albay olan Mustafa Kemal Bey’le görüşüyorlar. 

Savaşın bu şahitlerinin intibaları daha sonra kitaplaştırılıyor…

Şimdi bu kitap Çanakkale’nin yani o muazzam savaşın tanığı değil sadece, yüz yıllık bir hafıza kaybının da hatırlatıcısı… İlmî Heyet’in mensupları iki aylık bu seyahat boyunca Padişah başta olmak üzere devlet erkânı tarafından kabul ediliyorlar, birçok tesisi gezip görüyorlar. Gerektiğinde cami kürsülerinde vaaz ediyorlar, hatta Kurban Bayramında namazgâhta bayram namazını Trablusşam ulemasından Abdülkerim Uveyza Efendi kıldırıyor…

Heyet mensupları Arapça ile birlikte Türkçe de biliyorlar. Gerektiğinde Arapça, gerektiğinde Türkçe konuşuyorlar. Devlet erkânı da Türkçe yanında Arapça biliyor… Bir iletişim sıkıntısı çekilmiyor…

Daha o zaman  near east/ortadoğu kavramı icad edilmemiş… İslâm coğrafyasındayız ve Osmanlı’nın kuşatıcı yönetimi altındayız. Bölgenin tabii dokusunu allak bullak eden emperyalist devletler paylaşım için savaşın sonunu bekliyorlar. Haçlı aklı, bölgeyi doğrudan sahiplenmek yerine, var oldukça bölgede huzur bırakmayacak İsrail devletinin zeminin oluşturmak için Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını hedefine koymuş.

Bugün işte o dünün emperyalist mirası kan, ateş, terör… Yakılan yıkılan şehirler, katledilen milyonlar, sağa sola savrulup bir şekilde Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mülteci dalgaları…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi