Gökteki Alamet, İşaret!
Beşir Ayvazoğlu’nun, ‘Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı’ kitabını İstanbul’da ararken Çanakkale’de buldum. Çanakkale’de muharebe meydanlarında hediyelik eşya ve harp hatıratı ile ilgili kitapları satan satış noktaları var. Onlar asında dolaşırken Çanakkale ile alakalı yeni ve eski birçok yayınla karşılaşıyorsunuz. Ben de bunlar arasında İstanbul’da alamadığım söz konusu kitabı edindim. Nedenine gelince, daha önce bazı yazılarımda değindim gibi kitapta Çanakkale’de görülen ilahi yardımlara temas ediliyor. Onun ötesinde ilahi işaret ve beşaretlere yer verilmektedir. Çanakkale’de ilahi yardımlarla alakalı bazı değerlendirmeler ve menkıbe nevinden kitaplar olsa da bunlar avama hitap etmekte ve tetkik ve tahkik ürünü olmaktan uzaktadırlar. Bununla birlikte Çanakkale ilahi yardımların veya işaretlerin yağdığı bir cephedir. Bunda şüphe yoktur. Lakin bu işaretler kimileri tarafından algılanır kimileri tarafından algılanmaz hatta yadırganır. İlahi işaretleri okumayanlar hatta bunlara gözlerini yumanlar, yerine beşeri mucizeleri ikame etmek isterler. Turgut Özakman anlayışının veya çığırının ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabıyla veya benzeri kitaplarla yapmak istedikleri gibi. Tevfik Fikret de Çanakkale Savaşı’nda İttihatçıların veya inkilapçıların dine sarılmasını yadırgar. Dindarların ilahi yardımlar olarak gördüğünü pozitivistler çılgınlık olarak görürler. Bu aslında Abbas Mahmut Akkad veya Muhammed Hüseyin veya Taha Hüseyin’in mucizeleri tayyeden ve başarıyı insani özelliklere yükleyen, bağlayan yaklaşımlarını hatırlatır. Bazen de bu kahramanlıklar beşere verildiğinden dolayı kimilerinin yaptığı gibi Hazreti Ali gibiler uluhiyet mertebesine çıkarılırlar! Dolayısıyla kahramanlıklar üzerinden bir dualizm oluşur. Bu nedenle de Halit Bin Velit’in karizması çelikleşmeden, efsane haline gelmeden, müstakil bir hüviyet kazanmadan Hazreti Ömer tarafından çizilir veya komutanlıktan azledilir.
Perdeli de olsa ilahi yardımlar bütün savaşlarda yaşanmıştır. Merhum Abdullah Azzam Beyin kaleme almış olduğu ‘Afgan Cihadında İlahi Yardımlar’ adlı eseri bu seride yer alan yardımlar demetinin buketlerinden birisidir. Suriye’de de benzerleri yaşanmaktadır. Kimileri, ‘biz niye görmüyoruz?’ yahut ‘neden bu ilahi yardımlar savaşın sonuçlarına aksetmiyor, etkilemiyor?’ diye sorabilir. Haklarıdır. Ama izahı da vardır. Her maddi zafer, manevi zafer değildir. Savaş birçok faktörden ve unsurdan oluşur. Hepsi diğerinin kopyası değildir. Savaşta ihanetler, sadakatler iç içedir. Sonucu bir faktör tayin etmez. Bu nedenle ilahi işaretleri veya beşaretleri sonuçtan ayrı tutmalı ve külli bir unsur değil de tekil bir unsur olarak saymalı, ele almalıyız. Elbette ki Çanakkale kahramanlar geçidi ve destanlaşan hayatların fideliği ve tarlasıdır. Bugün de benzeri destanlar Suriye’de yazılmaktadır. Gelecekte Çanakkale ile birlikte Guta Destanı da dilden dile dolaşacaktır. Birlikte yad edilecektir. Ömer Seyfeddin Müjde adlı eserinde bu Çanakkale mucizelerinden birine temas eder. Edebi Heyet üyeleri, yolculuklarının hitamında değil başlangıcında ilahi bir işaretle ve müjde ile karşılaşırlar. Hatta çok ilginçtir bu işareti ilk fark eden kafiledeki veya Edebi Heyetteki gözü en zayıf gören kimsedir. Gökteki veya göklerden gelen ilk işareti ilk önce o fark eder, sezer! Bu vesile ile kafile arkadaşları tarafından alaya alınmaktan kurtulamaz! Allah ediplere kendi tarzlarında bir mucize veya işaret salar ve gösterir. İçlerinde en az göreni cephede en fazla görmektedir. Bu da bu mucizenin mütemmim cüzlerinden birisidir.
Sanki bu meşhette Kaf Suresi’nin 22’nci ayeti tecelli etmiş gibidir. Bu da bizi yine Mehmet Niyazi Özdemir’i benzetmesiyle Çanakkale mahşerine götürmektedir. Ayet öteki dünyanın meşhedini şöyle tasvir eder: Gözünden perdeni kaldırdık; bugün gözün pek keskindir! Önce gökte bir gümbürtü kopar ve ziya çakar. Işık huzmeleri geride altın bir iz bırakır. Sis kümelerinin ve tüllerinin altından heyet üyeleri sesin ve gürültünün geride bıraktığı ses istikametine doğru bakakalırlar. Bir de ne görsünler! Altın izin gerisinden gökte ayetten ibaret olan şu ifade belirmekte ve parlamaktadır: Nasrun minallahi ve fethün karib. Allah’tan yardım ve yakın zafer! Bu bir işaret ve beşarettir. Edebi Heyet üyeleri buna muttali olurlar ve cepheden döndükten sonra hepsi de ayrı bir şekilde bu sahneye temas ve tanıklık eder.
Beşir Ayvazoğlu bu ilahi sahneyi kendince şöyle yorumlar: Bir göktaşının arkasında bıraktığı izde “Fethun karib”i okumak, hurafe hissinden çok, ümitsizlikten ve kurtuluş için bir mucize bekleyişi içinde olmaktan kaynaklanan bir yanılsama olsa gerek! Bu bizi yine fasit bir daire ve akim bir cedele götürüyor. Bu mucize ilahi bir armağan mıdır yoksa bir beklentinin muhayyilata yansımış hali midir? Mücahit Bilici de Mehdi meselesini aynen Beşir Ayvazoğlu’nun, ‘fethün karib’ ibaresini yorumladığı gibi yorumlar! Mucizeler imtihanı ortadan kaldırmaması için perdeli olarak gelirler ki cüz-i iradeyi yok etmesinler. Yani inanan inanır, inanmayan inanmaz. Akkad veya Özakman gibiler de ilahi işaretleri dehaya veya çılgınlığa hamlederler. Bu da onların algı düzeyidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.