Ümmet Önderini Yitirdi
İslam, Yüce Yaratıcımızın dünyada ve ahirette mutlu olmaları için insanlara gönderdiği faydalı kanunlardır. Din bir yaşama biçimi olarak bireysel ve toplumsal hayatı düzenler. Bütün bu kanunlardan gelecek fayda, insanın mutlu ve huzurlu yaşaması içindir. Alimler ve aydınlar buna delalet ederlerse kıymetlidirler.
Küfür ise bu gerçeği inkar ile Yüce Yaratıcıya baş kaldırmadır. Bu ise batıl yollarda insanın mahvolması demektir. Çünkü dinin yararı insan içindir. Küfrün zararı da insan için. İnsanların inanmasından veya inkar etmesinden Allah Teâlâ’ya bir yarar veya zarar erişmez.
Küfrün anlamı, Allah’ın yasalarına inanma ve bağlı kalma yerine nefsin ve şeytanın keyfine göre yaşamaktır. Biz buna “heva” diyoruz. Çağdaş dünya ise buna sekülerizm, laiklik, modernizm, aydınlanma, insanın özgürlüğü diyor. Hepsi eşittir küfür. Fethullah Gülen gibi bin tane adam çıksa da “bizim laiklikle bir sorunumuz yoktur” dese, hüküm yine değişmez. Şeriatı kaldırıp atan bir düşüncede iman yoktur.
Allah mü’minleri, yani kendisine iman ederek emri doğrultusunda salih amel işleyenleri, hem kendi hevalarına, hem de kafirlerin hevalarına uymaktan sakındırır. Çünkü bu İslam’a değil de “hevaya” ittiba, Müslümanı imanından sonra küfre düşürür. Oysa Allah ancak İslam’a göre bir hayat yaşamayı emreder. Çünkü hevaya ve kafirlere uyma, insanı İslam’dan engeller ve küfre saptırır.
Daha kestirme söyleyelim. Kur’an’ın bir anayasa gibi işlev görmediği toplum, cahiliye toplumudur. Fethullah Gülen gibi bin tane adam çıksa da “biz siyasal İslam’a karşıyız” dese, İslam yine de kendi devlet, toplum ve medeniyetini ister.
İslam ilme ve alime büyük değer vermiş ve onlara insanlık için sorumluluk yükleyerek “iyiliği emretme, kötülükten sakındırma” görevi vermiştir. Bu, İslam adına bildiklerini insanlara öğretme ve faydalı olma demektir aynı zamanda. Halkın görevi ise, onları dinleme, sevme, sayma, uyma ve desteklemektir. Fakat mahlukun sevgisini halikın sevgisine değişen omurgasızlar, hep nabza göre şerbet verirler.
Maalesef Osmanlı Devletinin sonunda böylesi alimler ve aydınlar zuhur etti. Devlet idaresinde etkin olan bu yöneticiler ve aydınlar, Batı karşısında üst üste gelen acı ve utandırıcı mağlubiyetlerden devleti kurtarmak, onların dostluğunu kazanarak savaşları bitirmek için Batılılaşmayı mecburi gördüler. Büyük bir aşağılık duygusu ile Batıda ne varsa alma gereğinden ve onlar gibi düşünüp yaşama zaruretinden bahsetmeye başladılar. Bunu topluma zorla, hatta cebir ve şiddet kullanarak kabullendirmeye ve giderek benimsetmeye çalıştılar. Kimi sapık sözde hocalar da buna alet oldular.
Tabi Batılılaşma gerekçelerinin hepsi bu kadar masum değildir. İşin içinde bir takım karanlık odaklar ve çıkar çatışmaları da vardır. Biz bunları bu zamana kadar yazdığımız “Batılılaşma Serisi” diyebileceğimiz beş eserde genişçe işledik. Bu eserler sonuçta gelinen noktayı göstermesi bakımından önemlidirler.
En başta da dikkat çekildiği gibi her kim Batılılaşma adına Avrupa ve Amerika’yı örnek almaya davet ediyorsa, aslında o İslam’a olan inancını kaybettiği gibi, vatanını ve milletini dahi batının kölesi yapmaya hizmet ediyor demektir.
O zavallının bunu bilip bilmemesi çok da önemli değildir.