Laiklik Yabancılaşma Demektir
Laikler, Osmanlı’da din-devlet ilişkisinin tamamen iç içe geçtiğini ve bu nedenle dini tüm kamusal alandan dışlamakla Batılılaşma sürecinin tamamlanacağına inanırlarken, aslında kafalarında din ile bir bağları yoktur. Kendilerini İslam’dan sorumlu hissetmezler.
Laiklere göre Cumhuriyet altın çağdır. Bir nevi “asr-ı saadet”. Buna karşılık Müslümanlar, Batılılaşmanın İslam dinini kamusal alandan tamamen sürmeye çalıştığını görerek, bunun din açısından kabul edilemez bir “küfür/inkar/irtidat çağı” olduğunu belirtirler. Yani “karanlık çağ”.
İsterler ki din, devlet ve toplum ilişkilerinden tamamen ayrılsın. Mümkünse ölsün ve tarihin mezarlığına gömülsün. Bu olmuyorsa, bari fertlerin vicdanında kalsın. Orada gün yüzü görmeden yaşasın. Ne evde olsun, ne sokakta, ne mektepte, ne de kamusal alanda.
Bu muameleyi kime yapıyor bunlar?
Bu millete! Kendi milletine! Bu ülkede yaşayanlara reva görüyorlar bu mahrumiyeti. Ne kadar utanç verici değil mi?
Lafı hiç eğip bükmeden söyleyelim; laiklik İslam’a göre şirktir. Yani en çirkin küfür. İslam dini bunu emreder. Şu bir hakikattir ki, laiklik asla İslâm ile bağdaşmaz. Zaten bu yüzden laikler Osmanlı dönemini ya tümden ret ederler veya onu bir İslam devleti değil, laik devlet sayarlar.
Peki buna bir misilleme olarak bizler bu şirki ne zaman tümden terk edeceğiz?
Ne zaman kavrayacağız bu basit akait ilmini?
Biz Batılılaşmayı, yabancılaşmayı, laikliği ret ettikçe onlar olayı saptırarak sanki biz Batıda var olan ilim, teknik, sanayi, tabiî ve tıbbî bilimleri ret ediyormuşuz gibi yaygara koparıyorlar. Bu kadar anlayışsız ve kavrayışsızlar mı?
Hayır!
Ama cindirler, cin! Yani cinlerin de en azgını olan şeytanlardır.
Müslümanlar ilim ve tekniğe “hikmet” diye bakarak kendi malları kabul eder ve “nerede bulurlarsa almayı” hak sayarlar. Rasûlullah (as) şöyle buyurdu: “Hikmet, değerli bilgiler, müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya hak sahibidir.” (Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17)
Bu hadis çeşitli yollardan nakledilmekle birlikte umumiyetle zayıf kabul edilmiştir. Ancak hadis usulü ilmine göre “nasihat ve uyarıya dair hadisler, zayıf da olsa alınır ve faydalanılır.”
Bu yüzden Müslümanlar, Osmanlının son zamanlarındaki Batılılaşma çabalarını ilim ve teknik iktibasından öte götürmeyi, hayatın her alanında onları taklit etmeyi yanlış görürler. Bir medeniyetten diğerine geçmek, yani İslam medeniyetini terk ederek Batı medeniyetini olduğu gibi kabul etmek, sosyal ve kültürel açıdan büyük bir hatadır, tarihî bir cinayettir. Din açısından ise sonucu irtidat/dinden dönme olan bir “kafirleşme” sürecine giriştir.
Bilinçli Müslümanlar bu yüzden “Batılılaşmaya” “kafirleşme” sayarak karşı çıkarlar.
Böyle bir sistemde Müslümanların öncelikli sorunu, kendilerinin ve nesillerinin imanını korumaktır. Sonra dini kendi kaynaklarından öğrenebilecekleri bir eğitim imkanını bulmak için çabalamaktır. Bundan sonrası millete gerçek İslam’ı yaşayarak anlatıp onun hakimiyetini sağlamak için ceht, çaba, gayret ve mücahade etmeyi sağlamaktır.
Yani cihat.
Acaba şimdi Batıda konuşulan “cihatçı Müslüman” tabiri yarın buraya da gelip bizi “cihat” gibi aziz bir kelimeyi kullanmaktan korkutur mu?
Ne günlere kaldık Ya Rabbî…