Hakk’ı söylemeye devam
Vakit'teki 27/Ağustos târihli Çarşanba yazımızın serlevhasını "Özlenen Adımlara Başlangıç" diye tercih etmiştik. Bunu böyle seçmenin sebebi, 28 yıldır milletimizin bütün fertlerinin kedere boğulduğu PKK terörünü, bin yıldır birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimize izafe edenlerin, göz bebeğimiz TSK (Türk Silahları Kuvvetleri)’nin bu can yakıcı saldırıların müsebbiplerinin bölge ahalisi olmadığını, her kavim ve millette hâin-i vatan olabileceğini, yapılan terörün bütün bölge halkının saf ve temiz çoğunluğu teşkil eden Müslüman Kürt kardeşlerimize izafe edilemeyeceğini ifade eden bir tamimi, Doğu ve Güneydoğu’daki birliklerimize ulaştırmış olduğunu internet ortamından öğrenmiş olmanın memnuniyeti içinde tamimin yazdıklarını sütunuma aktarmıştım. Bundan memnuniyet duyanların teşekkür telefonlarına ben de teşekkür etmekten kendimi alamamıştım.
Bu tamimin kucakladığı ifadelere Allah'dan korkan, Resulallah’dan utanan her müslüman ferdin memnuniyet ve bahtiyarlık duyması icap eder. Ancak Eylül'ün ilk haftası ile birlikte, Hükümet-kartel medya çekişmesi, Almanya'daki Deniz Feneri dâvasının sansasyonu içinde güzelim tamim, gazetelerde kendine girecek sütun bulamadığından olacak ki, toplum ve entelektüeller, bu tamimle çok güzel şeylerin olacağına dâir kanaatlerini efkâr-ı umûmiyeye yansıtamadılar.
Vakit gazetemizin kıymetli yazarlarından, emekli hâkim ve Adalet Bakanlığı bünyesinde yüksek bürokratik görevlerindeyken, Hakk'a ve adalete bağlı başarıları ile temayüz ettiği bilinen Muhterem Nusret Çiçek Beyefendinin aşağıdaki paragrafını 22/Eylül/2008 târihli yazısından alıntıladım. Değerli Hâkim Bey diyor ki:
“Açık söylüyorum... Sayın Genelkurmay Başkanı'nın halk arasında görüntülenmesi yanlış bir hareket değildir, aksine olumlu bir davranış.. Gönül isterdi ki eskiden kalma dogmaları kaldırıp yerine Cuma günleri de camilerde subayların sivil kıyafetleriyle bulunmaları, yeni bir çağın başlangıcı ve de asker sivil kaynaşması olurdu... O günler de gelecek ama, şimdiki günlere hatırlatmak babında söylüyorum. Tarih oradadır... Mustafa Kemal döneminde Cuma namazları erinden subayına kadar serbestti, hatta bu konuda bir de tamim olmuş olacak ki onu da sonradan kaybettiler... Olumlulara olumlu diyoruz, olumsuzlara da olumsuz...”
Evet muhterem okurlarım, sütunumda 27/Ağustos’ta söz konusu ettiğim tamimde evvel emirde yer alan madde aynen şöyle: “Bayram ve Cuma namazlarına gidiniz, bayram günleri ziyaretlerde bulununuz.” Sayın Hâkim Bey'in şuurunda yer alan güzel istek, Genelkurmay’ın tamiminde yer almış.. Buna Hakk'da ittifak denir. Şimdi bendeniz Nusret Bey efendinin hatırlattığı, M.Kemâl döneminde ‘Cuma namazlarına gidiniz’ meâlinde yukarıdaki paragrafta yer alan ifadeyi teyid edecek bir anı ile sütunumu süsleyeyim:
Merhum emekli Kaymakam Melih Yuluğ Beyefendi, tasavvuf deryasında kulaç atan, devlet hizmetinde bulunduğunda, her bulunduğu yerde unutulmaz hizmetler yapmış bir zatı muhterem idi. Pederleri ise Ali Haydar Yuluğ merhum, 1878'de İzmir'de dünyaya gelmiş, Nazilli kaymakamı iken, 1910'da Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına seçilmiş mebuslardan idi. Milli Mücadele esnasında ise Bolu vâlisi olup, TBMM'ye bağlı olarak güzel hizmetlerle temayüz etmiş bir zat idi. Nitekim, Büyük zaferin akabinde, Cumhuriyetin ilanından önce 11/04/1923'de İstanbul vâliliğine tâyin olunmuştu. Bu zat aynı zamanda İstanbul Şehremanetliğini yâni belediye riyasetini de uhdesine almış ve pek önemli iki mühim müesseseyi vücuda getirmiştir. Biri İtfaiye müessesemizi zamanın son teknolojisine kavuşturmak, diğeri Sütlüce'de inşa ettirdiği mezbahadır. Mezbahayı açması ayrıca bir problem doğurmuş, mezbaha açılışı için Ankara'dan gelen meclis heyetini, Haydarpaşa Tren Garı’nda karşılayamayışı, söz konusu heyet tarafından şikâyet edilmiş ve talepleri TBMM’ye vâli'nin idâmını istemeleri olmuştur. Mustafa Kemâl Paşa; 8/06/1924'de Ali Haydar Beyi, İstanbul'dan Ankara vâliliğine getirmiştir. Tabii bu malumatı bendeniz, Merhum Melih Yuluğ Beyefendiden ahzetmiş bulunuyorum. O dönemlerde Cuma günleri bütün memurların Cuma namazına gitmeleri mecburi imiş. Günlerden bir Cuma günü, Ankara vilayetinin mübrem işleri için koyu bir çalışmaya dalmış bulunan Ali Haydar Bey günlerden Cuma olduğunu derhatır ettiği zaman hemen yerinden fırlamış, ancak haylice babayiğit bir yapıya sahip olduğundan, ayağı kayıp düşmüş ve kırılmış. Derhal hastaneye kaldırılmış ve tedavisine geçilmiş. Mutad olarak gittiği câmide Cuma namazında ispatı vücud edemeyince, M.Kemal Paşa'ya; ‘Vâli Cuma'ya gelmedi’ diye haber ulaştırmışlar. Mustafa Kemâl Paşanın kendi özel doktorunu geçmiş olsuna gönderdiğini, daha sonra da Vâlinin vazifeye avdetinde, Paşa'nın vilâyete geçmiş olsuna geldiğinde ben de oradaydım, yaşım sekiz veya dokuzdu diye anlatmıştı Kaymakam Bey.
Yâni hâkim beyin söylediği gibi, o dönemlerde hem ciheti askeriye hem de mülki erkâna Cuma mecburiyeti vaz olunmuş. Demek ki, lâiklik konuşulmaya ve anayasaya girince anlayış gereği, namazlar şahsın kendisine bırakılmış. Ali Haydar Bey, daha sonra Ali Fethi Bey'in, Serbest Fırka demokratik denemesinde hemen hemen 2. adam idi. 1937'de vefat etmiştir. Melih Bey de 1989'da Hakk'a yürüdü.
KOŞUŞTURMALAR
Sevgili Altuğ Berker aramıştı; “Ağabey, 18/Eylül'de Çırağan'da iftarımız var.” “Elbette” dedim. Çok samimi değerli zevatın iştiraki bir moral oldu. Çünkü bir müddet evvel, görülmekte olan bir dâva mürur-u zaman hasebiyle düşmüş, dolayısıyla beraatle neticelenmişti. Ancak evrim teorisi mensubini işe karışmış, maalesef temyiz safhasında kararı bozdurmaya nâil olmuşlardı. Ne var ki, herhalde mahkeme heyeti de tahavvüle uğratılmış olmalı, yeni heyet, temyizin istikametinde ceza tanzimine gitmiştir. Umulur ki, her gecenin bir gündüzü vardır.
İlçe olan Sarıgâzi, Yenidoğan ve Samandıra beldelerini sinesine alan Sancaktepe ilçesinin SP teşkilâtını kurma çalışmasına vesile olan 19/Eylül/Cuma akşamki iftarda bulunduk.
ÇINAR DERNEĞİ
Kartal ilçesine bağlı Cevizli'de Çınar Camii salonunda bir kermes düzenleyen Çınar Kültür Derneği’nin toplantısına fakiri dâvet ettilerdi. Saat 15.00'den teravihe kadar sohbet ettik. Bildiklerimizi söyledik. Bilmediklerimizi öğrendik. Abdülgaffur bey başkan olarak bizle çok ilgilendi. Yalçın, Ümit ve Tarık beyefendiler de ondan geri kalmadı. Hılful fudûlden bahsettik. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.