Ergenekon, sistemi dönüştürüyor!
Vaktiyle Diyarbakır Hapishanesi'nde olup bitenlerin, kara bir leke, utandırıcı bir hâtıra olarak infaz sistemimize yapışıp kalmasından sonra Ergenekon sanıklarına cezaevinde gösterilen rikkat ve ihtimâmı hoşnutlukla karşılamalıyız; burada herhangi bir imâ, kinâye, lâf sokuşturma niyeti aranmamalıdır.
Hapishanelerde tutuklu veya hükümlü sıfatıyla bulunan herkesin, Ergenekon zanlıları kadar "resmî" saygı ve ihtimam görmeye hakkı var. Dikkat, "darbecilere iyi davranılmasın" demek değil vurgulanan, bu muamele herkesi kapsasın dileği...
Kaza geçiren tutuklu sanığı sedyeyle tomografiye götürürken, görüntü alınmasın diye koridoru paravanlarla kapatmak ne kadar anlayışlı, ne kadar nâzik ve ne kadar zarif bir resmî anlayışlılık eseridir; insan duygulanmadan edemiyor. Bu bürokratik ince fikirlilik ve şefkatten, bütün tutuklu ve hükümlülerin istifade etmesini bekleriz; eminiz ki, istisnai bir durum söz konusu değildir.
Devletin Ergenekon zanlılarını, hukuka uygun usullerle gözaltına alması, haklarında usule uygun tarzda iddianame tertiplenmesi, zanlıların gözaltı ve tutukluluk hallerinde insan gibi muamele görmeleri, bu devletin adli sicil tarihinde güzel ve temiz bir sayfa açıyor; itiraf edelim, bu gibi incelikler, daha doğrusu usule uygun davranışlar, devletin bir türlü beceremediği, daha doğrusu bilip de içine sindiremediği şeyler cümlesindendi. Sokaktaki polis ve bekçiden başlayan "teba'm değil misin; hem sever hem döverim" yaklaşımı, adli yargıda en ulu çınarların üst dallarına kadar uzandıktan sonra hapishanelerde görünmezleşiyor, içerde olup bitenleri çok sonraları birinci ağızlardan duyuyorduk; hele darbe ve müdahale dönemlerinde yaşananlar, değil anlatması, hatırlaması bile tüyler ürperten çirkin eziyet sahneleriyle doluydu. Devlet, adli infaz sistemi içinde suç ve suçluyla böyle mücadele ediyor, onları yeni bir hayata bu kafayla hazırlayarak içlerinde yaşama arzusunu başarıyla pörsütüyordu!...
Hani zalimliğiyle meşhur Haccac'a derler ki, "Ey Haccac, zulmetmemek ihtiyarında iken (yani işi usûlet ve suhûletle halletmek varken) niçin zulmü ihtiyar ediyorsun?", Haccac da der ki, "Bu işler iki şeyle olur; ilim ve zulüm. Benim ilmim yok, fakat zulüm etmekten anlarım!" Zulümden herkes anlar, Haccac bile! Zulümle amel etmek için içimizin karanlık dehlizlerinde uyuklayan vahşi hayvanın çağrısına kulak kesilmek yeter.
Ha! Onun için önemli sayıyoruz; emekli paşalara, sanatçılara, itibarlarından yeri göğü titreten yaşlı gazetecilere, durup dururken "hele şu memleketi biraz da ben kurtarayım" diye sancıya yakalanan ortaboy işadamlarına gösterilen hüsn-i muamele, esasen devletin kendi itibar ve şanını yükseltmektedir. Bizatihi kendini "kurtarmaya" azm ü cezm ü kasd eylemiş bir kısım çete erbabını, AB'nin hukuk standartlarına uygun taktiklerle yakalayan, aynı usullerle aleyhlerinde delil toplayan ve sanıkların sıhhatiyle yakından ilgilenen bir devlet, herkese göz aydınlığı olsundur ki, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmakta en zorlu merhaleyi aşmış demektir. Gurur duyuyoruz.
Hepimiz pekâlâ bilmekteyiz ki, şimdiye kadar uygulanagelen câri usullerle bu Ergenekoncu sanıklar "sorgulanmış", 27 Mayıs veya 12 Eylül stilinde "yargılanmış" olsalardı, şimdiye kadar sadece yaptıkları yaramazlıkları birer birer anlatmakla kalmayacaklar, ihtiyaç duyulduğunda meselâ Kennedy suikastı, 11 Eylül saldırısı -veya ne bileyim- Entebbe baskını gibi meşhur cürümleri de üstlenmekten çekinmeyeceklerdi.
Ergenekon çetecilerine bu noktada minnet borçluyuz; onların itibarlı kişiler olması, ceza ve infaz sistemimizi çağdaşlaştırmaya başladı (bkz. tutuksuz yargılanmak üzere salıverilenlerin övgü dolu sözleri). Yargımız da bu vesileyle Batı standartlarına yükselirse, Ergenekoncular, darbeyle yapamayacaklarını, teşebbüsüyle gerçekleştirmiş olacaklar ki hizmet hizmettir efendim.