İki Tür Yalnızlık
Anne karnında yalnızdık. Karanlık bir tünelde, hayata açılacağımız günü beklerken sadece annemizin nefes alış verişlerini işitirdik.
Karanlıktı burası ama arınmıştı hayatımız.
Dünyaya dair entrikalardan haberdar değildik,
Hayatı olduğu gibi saf ve temiz zannederdik. Yalnızdık ama mutsuz ve umutsuz değildik.
Yaşadığımız dünyada ise
Ne zaman düşsek
Ne zaman umutsuzluğa kapılsak
Ve ne zaman atılsa yüreğimize bir taş
Yine yalnızlığa çekiliriz. Yalnızlık üzerimize çektiğimiz bir zırh gibidir… Sanırız ki tıpkı anne karnında olduğu gibi kendimizi karanlık bir odaya kapatsak hiçbir taş değemeyecek bize.
İnsanlar göremeyecek
Hiçbir hain el uzanamayacak
Kulaklarımızı tırmalayan o seslerden uzak kalacağız
Yalnızlığın bizi acıdan koruyabileceğine inanırız. O yüzden, acıyla karşılaştığımızda çekiliriz kenara. Sorduğumuz sorulara kendimizce cevaplar arar, kendimizle bir yol buluruz. Atılan taşları çıkarabilmek için uzanır ve kendi yağımızla kavrulmaya çalışırız. Fakat dünya ile ünsiyet kurmuşuzdur bir kere yalnızlığın en yoğun noktasında yeniden doğrulur ve topluma katılırız.
Dışarıda ellerindeki taşlarla bekleyen adamlar vardır, hangi taşın hangi yandan geleceğini bilemeyiz. Yüreğimize değmesin diye ellerimizi göğsümüze bastırır ve yola devam ederiz.
Sonra alışırız taşlara. Açılan yaraları onarmaya devam ederiz.
Bazen de, kendimizle baş başa kalır, varoluşumuzu, ölüm ve sonrasını düşünür ve Allah’ı tefekkür için insanlardan uzaklaşırız. Bir günlük yalnızlığımızda, bin sayfa düşünür ve her anı dolu dolu geçiririz. Hatalarımızı haylaz bir çocuk gibi oturturuz karşımıza ve nasihat ederiz. El uzatır ve insanlığa davet ederiz. Yeni bir sayfa açarız hayatımıza. Yeni bir güne başlar gibi başlarız. En değerli bilgileri yalnızlığımızda ediniriz, en faydalı kararları yalnızlığımızda veririz ve yalnızlığın aslında korkulacak bir şey olmadığını söyleriz. Ama nedense insanlar yalnızlıktan ve yalnız kalmaktan hep korkarlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.