“Müslüman” Adı Yetmiyor mu ki?
“Tamam ama gelecek yazıya kalsın isterseniz” dediğimiz cevaba gelelim. Mesela şöyle diyebiliriz; bütün bu müsbet işler, İslam kardeşliği ve Müslüman dayanışması içinde yapılamaz mı?
Elbette yapılır.
Öyleyse bu konuda da “Müslüman” adı yetmiyor mu ki “milliyetçi” adını alıyoruz? Üstelik bu isim ile yapılanlar, ahirette de faydayı devam ettirirler. Öyleyse “milliyetçilik” fikrini asla “İslam kardeşliği” imanının yerine koymaya kalkışmamak gerekir. O takdirde bu isimle kendini tanıtmak da fuzulidir.
Ancak yine de birileri bu gereksizlik ve fuzulilikte ısrar ediyorlarsa, bunun da menfi bir tarafı yoksa, “öyle değil böyle” diyerek kavgaya gerek yoktur kanaatindeyiz.
Burada dikkat edilecek nokta, bu “müsbet milliyetçiliği” din kardeşliği ile pekiştirmek ve asla onun yerine geçirmemektir. Çünkü bu kavramın bütün bütün din kardeşliğinin yerini tutması imkânsızdır. Din, hiç şüphesiz etnisite ve milliyet üstü bir değerdir; bu evrensel değer, farklı ırktan ve etnik gruptan insanları kardeş kılar, ama milliyetçilik fikri, böyle bir şeyi başaramaz.
Menfi milliyetçiliğin özellikleri ise, kendi ırkını doğuştan üstün görerek başka ırklara düşmanlıktır. Irkçılık, bölücülük, sömürgecilik, dine karşı kayıtsızlık ve hatta onun yerini almak, kibirlilik ve gençleri ayartmadır. Avrupa bunun bedelini bir asırda iki dünya savaşı vererek çok acı bir şekilde ödedi. Milyonlarca insanını elleriyle katletti. Ülkelerini yakıp yıktı, bombaladı, taş üstünde taş bırakmadı. Ama sonunda akıllanarak felaketten ders aldı ve AB’yi kurmayı başardı. Milliyetçiliğin bu biçimi, şimdi Avrupa tarafından Asya’da ve Müslüman milletler arasında uyandırılarak onların parçalanmasını ve sonra da sömürge edinilmesini amaçlamaktadır.
Bu yüzden aslında milliyetçilik/ulusalcılık/ırkçılık yapanlar, farkında olarak ya da olmayarak Batı’nın bu emellerine hizmet etmektedirler. Ne var ki bu zavallılar milliyetçilik fikrinin güçlendirilmesinde ve meşrulaştırılmasında dinden bir destek almayı gerekli görmektedirler. İşte istismarın başlangıç noktası buradadır. Bu da başta söylediğimiz kafa karışıklığına sebep olmaktadır maalesef.
Tam da burada bir hatıra nakledelim isterim. Fakat o hatıra ve yorumu bütünlük arzetsin diye gelecek yazıya bırakalım, olmaz mı?