“Aydınların Karanlığı” 2
Evet, Batılılaşma süreci bir yerde alimin gidip aydının geleme sürecidir. Çünkü bu süreçte İslam gitmekte, yerine Batının küfrü gelmektedir ve bunun merkezinde de “aydın” denilen güruh vardır.
Maalesef Osmanlı Devletinin sonunda âlimler azaldı. Yönetime daha çok siyaset ağırlıklı insanlar hakim oldu. Bunlar ise Batıyı tanımak için seçilip gönderilen kimselerdi. Ne var ki devlet gittikçe zayıflıyordu. Giderek Batı karşısında güçsüz kalmıştı. Savaşlar artık kıvanç verici zaferler yerine utanç verici mağlubiyetler yaşatıyordu. Yeni yetme aydınlar yeni zuhur eden vaziyetlere yetmiyordu.
Devlet idaresinde etkin olan bu yöneticiler ve aydınlar, üst üste gelen acı ve utandırıcı mağlubiyetlerden devleti kurtarmak, onların dostluğunu kazanarak savaşları bitirmek için Batılılaşmayı mecburi gördüler. Büyük bir aşağılık duygusu ile Batıda ne varsa alma gereğinden ve onlar gibi düşünüp yaşama zaruretinden bahsetmeye başladılar. Bunu topluma benimsetmeye çalıştılar. Bunda başarılı olamayınca bu sefer zorla, hatta cebir ve şiddet kullanarak kabullendirmeye yöneldiler.
Tabi Batılılaşma gerekçelerinin hepsi bu kadar masum değildir. İşin içinde bir takım karanlık odaklar ve çıkar çatışmaları, hatta gizli ihanet ittifakları da vardır. Biz bunları bu zamana kadar yazdığımız “Batılılaşma Serisi” diyebileceğimiz altı eserde genişçe işledik. Bu “Aydınların Karanlığı” kitabı bu serinin yedinci eseridir. Sonuçta gelinen noktayı göstermesi bakımından, “nereden nereye” dedirtecek bir önemi haizdir.
En başta da dikkat çekildiği gibi her kim Batılılaşma adına Avrupa ve Amerika’yı örnek almaya davet ediyorsa, aslında o İslam’a olan inancını kaybetmiş olduğu gibi, vatanını ve milletini dahi Batının mahkumu ve kölesi yapmaya hizmet ediyor demektir. Bunu bilip bilmemesi çok da önemli değildir.
Buna göre maalesef bizde aydın demek, kendisi olmaktan çıkmış, şahsiyet ve zihniyetinden kopmuş, din ve medeniyet değerlerini atmış, Batıdaki aydının aynen kopyası olma taklidine takılmış zavallı insan demektir.
İşte bu taklit yüzünden, Batıyı değiştiren, dönüştüren, geliştirip kalkındıran temel değerleri ve ilkeleri düşünüp değerlendirmeden, anlayıp kavramadan da maalesef acizdir. Bu anlama ve kavramadan uzak kör bir taklit yüzünden her dinî, millî ve yerli olan değere peşinen düşmandır, ona başkaldırmıştır.
Batıda aydın demek, statükoyu eleştiren ve kurulu düzenin yanlışlarına, zulümlerine başkaldıran demektir. Ne var ki Batıda bu başkaldırı ve eleştiri insanlara zulüm eden kurulu düzen içindir ve faydalıdır. Fakat bizde aydının inkâr, başkaldırı ve eleştirisi, özellikle İslam dinine ve medeniyetine yöneliktir.
O yüzden “dindarları aydından saymama” Batılılar ve Batıcılar arasında bir marifet sayılır. Onlara göre “dindar”, ya da “Müslüman” sorgusuz sualsiz Allah’a, Peygambere, Kur’an’a teslim olan insandır. Bunlara başkaldıramayacağına göre, Müslümandan aydın olamaz.
Biz birkaç asırdır bu aydınlar yüzünden çektiğimiz musibetleri, yaşadığımız bozgunları, kaybettiğimiz devlet ve hilafetimizi, dağıttığımız ümmetimizi, yıktığımız medeniyetimizi birkaç kitapta yazmaya çalıştık. Elinizdeki bu kitap ise “aydın” denilen “karanlık” musibeti tanımak ve başımızın çaresine bakmak içindir.
Basım ve yayımından okuyaqnına kadar emeği geçen herkese teşekkür ve dualarımızı sunarız. Rabbimizde sonsuz hamd-ü senalar ile hayırlı ve faydalı kılmasını niyaz ederiz.