Zor Zamanlarda İnsan İlişkileri 2
Size bu konuda güzel bir örnek anlatarak hem sevindireyim, hem de dinlendireyim isterseniz. Sultan Abdülhâmid’in ona pek bağlısı olmayan mâbeyn katiplerinden birisi hatıralarında şöyle anlatır:
-Bir akşamdı, mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen, mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertipleyip huzura çıkmak üzere iken bir telgraf geldi.
İstanbul’da Lâleli Postahânesi memurlarından birinin Yıldıza çektiği bir telgrafta, karısının o gece doğum yapacağı, doğumun çok zor olacağına dair doktorlar tarafından dikkat işareti verildiği, elinde hiçbir vasıta bulunmadığı ve merhamet-i şahâneye sığındığını bildiriyordu. Bu mektuba kıymet vermedim ve listeye almadım.
Huzurda, padişah âdeti üzere herşeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilave etti:
-Başka bir şey var mı?
Telgrafı söyledim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı söyledim. Emir verdi:
-Hemen getiriniz.
Getirdim.
Dikkatle okudu. Ve derhal mütehassıs bir tabip ve yavere, doğru Lâleli’ye giderek doğumu kontrol altına almalarını, benim de kendilerine refâkat etmemi ferman etti.
Gittik ve işimizi bitirip sabaha karşı döndük. Bir de ne görelim: Hünkâr, bahçe üzerindeki odasında, ışıklar açık, cama vurarak bizi çağırmıyor mu?
Sabaha kadar uyumayıp bizi beklediğini anladık. Netîceyi sordu. Doğumun zor olduğunu, fakat müdâhale ile kadının kurtulduğunu, çocuğa “Abdülhamîd” isminin verildiğini, ihsân-ı şâhânenin de âile reisine teslim edildiğini, adamın ağlayarak ömür ve devletlerine dua ettiğini anlattım.
Bizi ayakta dinledi. Sadece rahatladığını gösteren bir “oh” çekti. Ve paravanın arkasına geçerek sabah namazına durdu. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2, Erkam Yay.)
Evet, zor zamanlarda yaşıyoruz. Milletimize hizmet edenleri iyi bilmeli, sevmeli ve desteklemeliyiz. Birlik ve beraberliğe zarar verecek işlerden kaçınmalıyız. Milletimize bir çıkış yolu ararken, her zaman bizim gibi düşünmeyen kardeşlerimize karşı yumuşak ve hoşgörülü olmalı, iyi bir kulak olarak karşı düşünceyi sabırla dinleyerek evvela bir rahatlatmalıyız. Bu bile başlı başına bir deva olabilir çok yaramıza.
Karşımızdakinin yerine koymalıyız kendimizi yer yer, bol bol empati yapmalıyız. Onu perişan eden durumunu, konumunu anlamaya çalışmalıyız. Yanlışından kurtarmaya gayret etmeliyiz. Bunun için bize güvenmeli en azından. Bu yüzden kimseyi evvel emirde azarlamamalı, hatasını yüzüne vurmamalı, kendini ifadesine izin vermeli, rahatladıktan sonra ona samimiyetle bildiğimiz doğruları bir doktor üslubu ile sunarak şifa vermeye çalışmalıyız.
Katılık baştan kaybettirir. Oysa bizim kimseyi kaybetme lüksümüz yok. Herkes de kendimiz kadar ana kuzusudur ve çok kıymetlidir. Özellikle de kargaşa ve karmaşanın yoğun yaşandığı böylesi zor zamanlarda.
Dua edelim ki Cenâb-ı Hak her ânımızı, her nefesimizi, her sözümüzü, her işimizi hayırlara anahtar eylesin ve bu gönül kıvamıyla elimiz ve dilimizle, sözümüz ve yazımızla insanlara iyilikler ve güzellikler sunabilmeyi lütfeylesin.