Zamanı durduramazsınız
Eflatun’a insanların sizi en çok şaşırtan davranışı nedir diye sorarlar. O da tek tek sıralar: “İnsanoğlu çocukken hemen büyümek ister, büyüyünce de çocukluğa özlem duyar. Para kazanmak için sağlığını kaybeder, sağlığını tekrar geri alabilmek için ise bütün kazancını feda eder. Yarınından endişe ederken içinde yaşadığı anı unutur. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar fakat hiç yaşamamış gibi ölür”
Nedense hep, sahip olduklarımıza değil sahip olamadıklarımıza odaklanırız. Eflatun’un da dediği gibi, çocukken bir büyüsem diye düşünür ve büyükleri taklit ederiz. O dönem, büyüklerin büyülü dünyası o kadar ulaşılmaz gelir ki, büyümek için adeta gün sayarız. Fakat zaman su gibi akıp gider. Çocukluk, gençlik derken yolun yarısına geldiğimizi fark eder ve geçmişten özlemle bahsetmeye başlarız. Ne zaman başımız darda kalsa, ne zaman sıkıntıya düşsek, sabırla yeniden kalkmak yerine ah çocukluğum, o günlere geri dönebilsem diye şikayet ederiz. Bir çocuğun sorumluluğunun bir erişkinin sorumluluğu ile aynı olmadığını fark edince çocukluğu bir kaçış olarak görürüz. Fakat geçen geçmiştir ve yolun ucu geçmişe değil geleceğe doğru uzanmaktadır. Bir şeyden hoşnut olmak derin bir hendeği atlamak kadar zor gelir nedense. Soğuk kış günlerinde, havanın ne kadar sert olduğundan şikâyet ederiz. Keşke yaz mevsimi gelse de şöyle bir dışarı çıksak deriz. Yaz mevsiminde ise güneşin yakıcılığından, havanın boğuculuğundan şikâyet ederiz. Çoluğu çocuğu evlendirsem yaşlılığın tadını çıkarsam deriz. Fakat yaşlılığın ayak seslerini duyar duymaz, keşke gençliğime geri dönebilsem der geçmişe özlem duymaya başlarız. Yalnızlıktan şikâyet ederiz, bir yakınımız bir dostumuz geldiğinde de hemen sıkılır hele bir yalnız kalsam da kafamı dinlesem deriz. Yoksulluğumuzda keşke şu kadar paramız olsaydı hiçbir şeyden şikâyet etmezdik deriz, cebimiz biraz para gördü mü elim bollaştı huzurum kaçtı, nerde o eski günler deriz. Ayaklarımız ileriye doğru giderken gözlerimiz hep geride kalıyor. Neredeyse vaktin yirmi dört saatini şikâyet ederek geçiriyoruz. Bir şeye sahip değilken de sahipken de hep şikâyet halindeyiz. Yoklukla varlığı birbirine karıştırıyoruz. Yoksulluk, yaşlılık, gençlik, soğuk, sıcak, iyi kötü, az çok gece gündüz gibi kavramları hayatın birer renkleri olarak görmeyip mağdur psikolojine kapılıyoruz. O yüzden mutluluğu kolay kolay yakalamıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.