Lütfen Ey Hükümet Yeni Bir Program
Dostlarla, samimi ve idealist öğretmenlerle dertleşiyoruz. Onlar da "Eğitim bitti, üzülme, kendini yeme bitirme” diyorlar.
“Sen anlat gitsin. Alanlar alır, almayanlar almaz" diyorlar.
Böyle öğretmenlik mi olur?
Her mesleğin idaresi olabilir ama eğitimin idaresi olamaz. İnsan eğitiminin “idare et gitisin”i olur mu Allah aşkına?
Öğretmenlik bittiyse, ben de bittim demektir. Okulda böyle işe yaramaz bir vaizlik yapacağıma, gider camide hakikaten vaaz ederim. Orada halkımız hiç olmazsa dinliyor, saygı duyuyor ve teşekkür ediyorlar. Hiç olmazsa ikrama geçiyor yani.
Ben emekliliği gelmiş insanım. Ben iş olsun, maaş gelsin diye öğretmenlik yapamam. En iyisi emekliliğimi ister, gider köşe-i uzletimde oturup okurum, yazarım. Eğer gönüllü üç beş genç bulabilirsem, onlarla beraber oturur okurum. Bulamazsam, davet edildiğim yerde gider dinimi anlatırım. O da olmazsa, işte iş. Evimi büro yapar, kendi okuma yazma seferberliğimi başlatırım. Öğretmen için vakit nasıl olsa güzel geçer…
Hey gidi günler hey! Hey gidi idealler hey!
"Yapma hocam, yanlış yapıyorsun” diyenler olabilir.
Ben memnun değilim bu düşünceden. Kendim de tatmin olamıyorum. Ama başka bir şey de düşünemiyorum. Yani gönlüm kopamıyor aslında okuldan. Buralardan hem de böyle gitmek, baldıran zehiri içmek gibi geliyor. Bir nevi ölüm gibi geliyor yani Ama neylersin, faydası yok, yapılacak kahırla gitmek. Sonuç ortada.
Keşke bu kadar sevmeseydim bu mesleği. Ben bu manzaraya dayanamıyorum. Ben mektebin ve sevgili gençlerin cayır cayır yanmalarına dayanamıyorum artık. Ben insanımızın göz göre göre bitirilmesine tahammül edemiyorum. Ben bunca emeğin ve değerin heder edilmesine, heba edilmesine katlanamıyorum…
Doktorum, fırlayan tansiyonum karşısında şaşkın. “Neyin var hocam?” diyor.
Nasıl anlatayım ki?
Ben İmam Hatip öğretmeniyim. 28 Şubatı yaşıyorum hala. Gözümüm önünde okulum ve öğrencilerim kardan adam gibi eriyor. Ben bu manzaraya dayanamıyorum. Ben bitiyor, tükeniyorum sevgili doktorum. Kerpiç kerpiç dökülüyorum.
Allah Teâlâ bütün darbelerin belasını versin.
Her darbe sadece özgürlüklere gelmiyor, eziyet ve işkencelere sebep olmuyor, aynı zamanda eğitim öğretimdeki bütün dengeleri de alt üst ederek bozuyor, başarıları da yok ediyor.
Bu bozgunu en çok da biz İmam Hatiplere yaşatıyor. Çünkü biz bu sistemin müzmin muhalifleriyiz. Bu sistem bunu çok iyi biliyor ve bizi hiç sevmiyor. Biliyor ki biz de Allah için kendisini hiç sevmiyoruz. Bu yüzden her darbeyle gelişinde bizi tepetaklak yere seriyor.
Eğer bu okullar kendi haline bırakılsaydı, bu ülke iyilikler ve güzellikler adına çok daha büyük başarılara imza atacak, çok daha aydınlık ufuklarda olacaktı. Bu okullar bunu başarabilecek ilim, terbiye ve hizmet bilincini veriyor, davamızın bayraklarını bütün ufuklara taşıyacak enerjiyi kendinde buluyordu. Ama bunu bilen iç ve dış düşmanlar, maalesef her fırsatta ona saldırıyor, zaman zaman elini ayağını işte böyle buduyordu.
Bilemiyoruz, belki de kader bu milleti böyle sancılarla sınaya sınaya büyük zaferlere hazırlıyordu. Kim bilir?
Bize düşen, sadece bize düşeni yapmaktır. Canımızı dişimize takarak bıkmadan, usanmadan, yılmadan, ye’se düşmeden, zaafa düşerek meydandan kaçmadan, dayanarak, direnerek, sabır ve sebat göstererek bize düşeni yapmaya devam etmektir.
O kadar!
Yıllar sonra yine aynı düşüncedeyim. Çalışana her yer alan. Mücahide her yer meydan. İş yapana her konum imkan. Ha okul içi, ha okul dışı.
28 Şubat münasebetiyle başladığım bu seri yazıyı hükümetten bir rica ile bitiriyorum: Lütfen İmam Hatip Lisesinin müfredat programını ıslah ediniz. Onu darbe şartlarından kurtarınız. Özellikle fıkıh derslerini hayatı kapsayacak bir zenginliğe eriştiriniriniz.
Lütfen bu konuda geç kalmayınız!