Aaa ne tesadüf... Önce İpekçi, sonra Emeç!
Bugün Bayram... Kartel gazeteleri ve “İmPARAtor”un kalemşörleri, “Şeker Bayramı” demekte inat ve ısrar etseler de bugün Ramazan Bayramı... Nasıl ki; “et dağıtıldığı” için “Kurban Bayramı”na, kalkıp da “Et Bayramı” demiyorsak, Ramazan Bayramı’na da “şeker dağıtılıyor” diye “Şeker Bayramı” diyemeyiz... Bu konuda, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eleştirilerine aynen katılıyor ve şu sözlerinin altına ben de imzamı atıyorum: “Bayramın adını bir başka türlü de değiştirmişler şimdi... Şeker Bayramı. Bu dört dörtlük bir Ramazan Bayramı. Ne Şeker Bayramı? Buna kültürel erozyon denir. Bunlara fırsat veremeyiz, vermemeliyiz.”
Evet, bu sözlere aynen katılıyor ve “karteloz”lara sormak istiyorum: Ya hu, “Ramazan orucu”nu tutmazsınız, “namaz” kılmazsınız ama “Ramazan’ın bayramı”na sıra geldi mi; onu kutlamak için “oruçlular”ın önüne geçer, üstelik de “adını koymaya” yeltenirsiniz!..
Sizin yaptığınız neye benzer bilir misiniz;
Anne ve baba, binbir zahmetle “çocuk sahibi” olmuşlar, anne o çocuğu 9 ay 10 gün karnında taşımış, çocuk dünyaya gelmiş, siz hemen devreye giriyorsunuz;
“Çocuğun adını biz koyacağız!!!”
Böyle bir talep ne kadar eblehçe, ne kadar ahmakça ve ne kadar densizce ise; “Ramazan’ın orucu”nu tutan insanlara, kalkıp da “Bayram’ın adını ben koyacağım” demek o kadar dangalaklık ve o kadar küstahlıktır!..
Hem bu, “ne biçim laiklik anlayışıdır” ki; “dinin günlük hayata müdahale etmesi”ne şiddetle karşı çıkarsınız da; kırılasıca ellerinizi dinin her alanına sokarsınız!..
Bırakın da;
“Bayram’ın adı”nı, “orucu tutanlar” koysun!.. Bırakın da, “1500 yıl önce konulan” adı yaşatsınlar!..
Siz de, kendi işinize bakın!.. Cahili olduğunuz konulara burnunuzu sokmayın!..
NEYİ ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞIYORLAR?
Bu duygularla, “Ramazan Bayramı”nızı en içten duygularla kutluyor, bu bayramın gerçek “kurtuluş”lara, “huzur ve mutluluğa” vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum...
Size bir şey söyleyeyim mi;
“Ramazan Bayramı”nı tartışanların... “Deniz Feneri” ile ilgili iddiaları dallandırıp budaklandıranların... Dengir Mir Mehmet Fırat’ın geçmişteki ticarî işleri üzerinden AK Parti’ye saldıranların... Bunlar gibi; “bu tarafta” olan-biten her şeyi abartanların yapmak istedikleri asıl şey nedir biliyor musunuz?..
Bana öyle geliyor ki;
Bunlar, “bu tarafta olanları” tartışmakla, aslında “kendilerinin tartışılmasını” ve kendileriyle ilgili “iddialar”ın konuşulup da gündeme gelmesini engelliyorlar!.. Evet, evet; “gündemden kendilerini kaçırıyor”lar!..
Çünkü, gayet iyi biliyorlar ki;
Arkalarında “açık” çoktur!..
Hem de “yama”larla kapanmayacak kadar!..
“Kendileriyle ilgili iddialar” o kadar “çok” ve o kadar “dehşet”tir ki, ürpermemek mümkün değil!..
Bir “iktibas” yapıp konunun detaylarına geçmeden önce, Kurtlar Vadisi’ndeki bir sahnede Polat Alemdar’ın sarfettiği bir sözü hatırlatmak istiyorum...
Polat, “kafasına kurşun sıktığı” bir kişi için şöyle diyordu... Bir insanı, “sabah”leyin gördüğümde “önemsemem!”... Aynı insanı, “öğle”nleyin gördüğümde “tesadüf” derim... Ama aynı insanı “akşam” gördüğümde ise, hiç tereddüt etmem, “kafasına sıkarım!”
Hemen söyleyeyim, benim inancımda “tesadüf” diye bir şey yoktur!.. Bir olayın, “trilyonda bir” bile olsa, “olabilirlilik” ihtimali vardır!..
Trilyonda bir bile olsa olabilirlilik ihtimali olan bir olay ise asla “tesadüf” değildir!.
2 YIL 8 AY ÖNCE VAKİT YAZMIŞTI
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim “iktibas” edeceğim yazıya...
Affedersiniz... “İktibas”a geçmeden önce, “Vakit’te yer alan bir haberi” hatırlatmak istiyorum... Vakit’in, 2 Şubat 2006’daki “Tokatlı: İpekçi öldürülmeseydi, Milliyet asla satılmazdı” başlıklı haberinde; Vakit’e açıklamalarda bulunan dönemin Milliyet Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı, şöyle diyordu:
¥ Abdi İpekçi birçok şeye mani olmuştu. Şimdi, Ercüment Bey’de bir korku vardı, babası erken ölmüştü. Kalpten ölmüştü. ‘Ben de burada kalpten gideceğim’ diye korkuyordu. Ve o dönemde beraber olduğu bir kadın vardı... O kadına Londra’da bir butik açmıştı.
‘İlle ben Milliyet’i satacağım ve Londra’ya yerleşeceğim’ diyordu. Ama Abdi Bey karşı çıkıyordu, gazetenin satılmasına. Nitekim engelliyordu satışı...
Sonrası malum. Abdi Bey bir suikast sonucu öldürüldü. Hemen ardından da Milliyet Aydın Doğan’a satıldı. Eğer, İpekçi öldürülmeseydi Milliyet kesinlikle satılmazdı. Abdi Bey sattırmıyordu, sattırmazdı da... Bu konunun üzerine mutlaka gidilmeli, o dönem çok iyi araştırılmalı!..
¥ “İpekçi Bey’in öldürülecek bir tarafı yoktu. Çünkü, yalan, yanlış, yanlı haber yapmazdık. Siyasi görüşü derseniz... Hiçbir saplantımız yoktu. Hep tarafsızdık. Bütün siyasi partilere eşit mesafede olan gazetecilerdik. Bizi böyle yetiştirdi.”
¥ “Aynı dönemde Tekel ve Gümrük Bakanı iken suikasta kurban giden Gün Sazak MHP’liydi. Ve çok başarılı çalışmaları olmuştur, gümrük kaçakçılığıyla mücadelede. İpekçi Bey, Sazak’ı destekliyordu mesela.”
Dönemin polis-adliye muhabiri Doğan Katırcıoğlu da, Milliyet’le, Hürriyet’in Aydın Doğan’a satılmasında dikkat çeken benzerlikler olduğunu iddia ediyor ve şöyle diyordu: “Çetin Emeç’in de öldürülecek bir tarafı yoktu, ama öldürüldü.”
¥ Milliyet’in satılmasına Abdi İpekçi’nin karşı çıkması gibi, Çetin Emeç de Hürriyet’in satılmasına karşıydı... Emeç’in öldürülmesinden birkaç yıl sonra Hürriyet satıldı.”
Evet, Vakit’in 2 Şubat 2006 tarihli birinci sayfasında bu haber yer almış!.. Gördüğünüz gibi; Orhan Tokatlı da, Doğan Katırcıoğlu da; Milliyet ve Hürriyet’in satılması öncesindeki “faili meçhul cinayet”lere vurgu yapıyor ve “cinayetle ilgili kuşku”larını dile getiriyorlar!..
Talepleri de ilginç:
“Konunun üzerine gidilmeli!..
O dönem çok iyi araştırılmalı!”
İPEKÇİ, MİLLİYET’İN SATILMASINA KARŞIYDI!
Aradan 2 yıl 8 ay geçti...
“Vakit’in haberi”nden 2 yıl 8 ay sonra, aynı konunun “Kanal 7 televizyonu” tarafından gündeme getirilmesi ve “Haber 7 internet sitesi”nde geniş biçimde yer alması, hayli ilgimi çekti...
İşte bugün; hiçbir “yorum” ve “eklenti” yapmadan, 27 Eylül gecesi Kanal 7 ve Haber 7’de yer alan “Hürriyet’in satışında bomba tesadüf” başlıklı haberi aynen “iktibas” ediyorum...
Buyrun, birlikte okuyalım:
“Türkiye’nin medya devi olan AydIn Doğan’In, Milliyet ve Hürriyet gazetelerine nasıl sahip olduğuna ilişkin ayrIntIlar, bir dizi tesadüfün yaşandIğInI ortaya koyuyor.
Bu tesadüflerden ilki Milliyet’in satIşInda yaşanmIştI. BabIali dIşInda hiçbir patronun gazete sahibi olmadIğI dönemde, Ercüment Karacan’In Milliyet’i satmak istemesiyle, farklI talipler ortaya çIktI.
Bunlar iş adamI Kemal Derinkök ve AydIn Doğan idi.
Gazetenin güçlü Genel YayIn Yönetmeni Abdi İpekçi, Milliyet’in her iki iş adamIna da satIlmasIna karşI idi. İpekçi, “Gazetenin, BabIali dIşIndan birine satılması”nın sakIncalarInI anlatIyordu. Buna ilişkin görüşlerini yazI işlerindeki arkadaşlarIna aktarIyordu.
Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979’da bir suikast sonucu öldürüldü. TartIşmalar sürerken, AydIn Doğan, 8 Ekim 1979’da önce Milliyet’in yönetim kuruluna girdi, ardIndan gazetenin çoğunluk hissesini ele geçirdi.
Milliyet’in yeni sabihi AydIn Doğan, gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun ortaya attIğI iddialar ve İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nIn ifadeleri üzerine yargIlandI ve delil yetersizliğinden beraat etti.
KATİL AĞCA, AYDIN DOĞAN’IN ADINI VERDİ!
Abdi İpekçi cinayeti yıllarca konuşuldu. Türk basınının önemli kalemleri, meslektaşlarının ölümünün arkasında siyasi bir olayın değil, ticari sır olduğunu öne sürüyorlardı. Bu isimlerin başında, tıpkı İpekçi gibi suikasta kurban giden Uğur Mumcu geliyordu.
Mumcu iki yazısında, cinayet dosyasındaki ifadelere dayanarak bu konuya dikkat çekti ve İpekçi’nin Milliyet’in satışına engel olduğu için öldürülmüş olabileceğini yazdı...
Uğur Mumcu; İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca’nın ifadesine, “Papa, Mafya, Ağca” kitabında yer verdi.
Mehmet Ali Ağca, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Müşaviri Hava Yargıç Önder Ayhan ve Tunç Okan’a 17 Haziran 1983 günü Roma’da verdiği ifadede şöyle diyordu:
“Kemal Derinkök’ün Milliyet Gazetesi’ni satın almak istediğini biliyordum. Bir başka şahıs daha, yani gazetenin şimdiki sahibi Aydın Doğan da o zamanlar gazeteyi satın almak istiyordu... İpekçi, gazetenin her ikisine de satılmasına şiddetle karşıydı.”
Uğur Mumcu’nun yazılarını ihbar kabul eden Sıkıyönetim Komutanlığı 1983 yılında dosyayı yeniden açtı. Mahkemeye çağrılan en önemli isim, Ağca’nın ifadesinde işaret ettiği Aydın Doğan oldu. Uğur Mumcu’nun da ifade verdiği mahkeme sonunda, Aydın Doğan delil yetersizliğinden suçsuz bulundu.
ÖNCE İPEKÇİ, SONRA EMEÇ!
Bu davadan delil yetersizliğinden dolayı aklanan Milliyet’in patronu Aydın Doğan, daha sonra gözünü Simavi ailesinin, ‘babadan oğula geçen yönetimle’ idare ettiği Hürriyet’e dikti.
Acı tesadüfler bu satışta da Aydın Doğan’ın yakasını bırakmadı.
Çetin Emeç, Genel Yayın Yönetmeni olduğu Hürriyet’in satılmasına şiddetle karşı çıkıyordu.
Hürriyet’in patronu Erol Simavi, dönemin Başbakanı Turgut Özal’a hitaben yayınladığı “açık mektup”la; Hükümet’e karşı açık bir savaş başlattı, ardından gazeteyi satmayı gündemine getirdi.
Simavi’nin bu düşüncesinin karşısına yine bir genel yayın yönetmeni dikildi. Çetin Emeç, gazetesinin satılmasını istemiyordu. Simavi de “yorulduğunu” ve “sağlık sorunlarını” gerekçe göstererek yurtdışında sakin bir hayat sürme düşüncesinde idi.
Ona engel olmak isteyen Çetin Emeç; 7 Mart 1990 tarihinde uğradığı bir “suikast” sonucunda öldürüldü!..
PATLAYAN BOMBA, SİMAVİ’Yİ KORKUTTU!
Tesadüf, bu defa Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi’nin 38. ölüm yıldönümünde, 11 Aralık 1991’de yaşandı. Simavi’nin Kanlıca’daki mezarı başında bir anma töreni düzenlenecekti.
Gazetenin Başkan Yardımcısı Vahit Alpata, gazete yöneticisi ve çalışanlarından Hami Alkaner, Oktay Ekşi, Orhan Birgit, Hasan Yılmazer, Semai Şatıroğlu, Suat Yatmaz’ın da aralarında bulunduğu ekip anma yerine önceden gitmişti.
Gazetenin mensupları Yaşar Eroğlu, Ertuğrul Özkök, Rıdvan Yelekçi ve Şadan Yolaşan’ı taşıyan araç ise yağan karın oluşturduğu zeminde kayıyor ve yoldan çıkıyordu.
Araçlarında yaşanan sorundan dolayı ikinci ekip, başlama saatinde tören yerinde hazır olamadı.
İkinci ekip mezara yaklaşırken birden büyük bir patlama yaşandı. Kanlıca Camii’nin eski imamı İsmail Hakkı Dalkavuk’un mezarına konulan bomba, büyük bir gürültü ile infilak etti.
Patlama, saat 10.01’de yaşandı. Bu sırada Simavi’nin mezarı başında bulunanlar etrafa savruldu. Gazetenin başkan yardımcısı Vahit Alpata ve eski muhabir Hami Alkaner, savrulan taşların isabet etmesi sonucu başlarından yaralandı. Mezarda, bir metrelik bir çukur oluştu. İkinci grubun mezar başına gelmesi ile tören gecikmeli olarak yapıldı.
Bu yaşananlardan sonra Erol Simavi, kesin kararını verdi; Hürriyet artık alıcısını bekliyordu.
Hürriyet gibi bir gazeteyi almak için o dönemde birçok iş adamının adı geçti. Önce Koç ve Sabancı gruplarının adı geçti... Rahmi Koç, almadan yana bir politika izliyordu... Baba Vehbi Koç’un net karşı koyuşu sebebiyle, Koç Grubu yarıştan çekildi.
Bu iki grup da gazete almayı düşünmediğini kamuoyuna açıkladı.
Sonunda Hürriyet, 28 Haziran 1994’te yeni sahibini buldu!..
Milliyet’ten sonra, Hürriyet’in yeni sahibi de artık Aydın Doğan’dı!..
Evet;
Eski TOFAŞ ve Aygaz’ın bayisi olan Aydın Doğan!..
Peki, bu gelişmelere siz ne dersiniz?..
Bütün bunlar, bir “tesadüf” mü?!?..
Ne de olsa serde erkeklik var!
Geçtiğimiz günlerde "Ergenekon üyesi" olmaktan dolayı gözaltına alınıp daha sona serbest bırakılan Travesti/Transseksüel Sisi; geçtiğimiz günlerde Hülya Avşar'ın televizyon programına çıkmış!..
"Sorulara cevap verecek" yerde, soruları soran Sisi olmuş... Buyurun, işte o diyalog:
¥ Sisi: Peki Hülyacığım; sen boş ver... Bunlar derin konular... Sen Saadettin ile gerçekten evlendin mi?.. Nedir bu kilise hikâyesi?.. Başka bir yer bulamadın mı evlenecek?..
¥ Hülya Avşar: Ben evlenmedim... Aramızda söz ve akit yaptık... Oraya tatile gitmiştik, hadi aramızda evlenelim dedik ve bir kiliseye girdik; nişan gibi bir şey!..
¥ Sisi: Yahu Hülya; bu ülkede cami mi kalmadı, imam mı kalmadı da kiliseye gittin?..
Sisi'nin son cümlesi enteresan; "Bu ülkede cami mi kalmadı, imam mı kalmadı da kiliseye gittin?.."
Eee, "Sisi" bu... Erkekçe bir söz söylemiş Hülya Avşar’a!
Ameliyatla "kadın"(!) olsa da, serde “erkeklik” var!..