Saadet ve Felaketin Kaynağı
Kur'ân-ı Kerîm'in mesajı evrenseldir; Kur'an, ırk ayırımı gözetmeksizin yeryüzünde "halife" olarak yaratıldığını bildirdiği her insanı dünya ve âhiret saadetine çağırır.
Çok ilginçtir ki insan için önce dünya, sonra semalar yaratıldı. O insan cinsi, ilk insan hz. Adem ve onun eşi hz. Havva’dan olma evlatlardır. Burada insan cinsi var. Kendi aralarında ırk, renk, dil, coğrafya söz konusu değildir.
Demek ki, Allah'ın yüce iradesi şu yeryüzünün dizginlerini kâinatın bu yeni varlığına, çok özel ve özellikli yarattığı insana teslim etmek, burayı onun eline vermek istiyor. Yani yüce Allah yaratıp, düzene koyduğu şu yeryüzüne kendini temsil sıfatıyla gönderdiği insana (halifesine); buradaki varlıklardan yararlanma, onların özelliklerini tanıyıp araştırma, onları ıslah ederek değiştirme, gizli olan yönlerini bulup açığa çıkarma, çeşitli yeraltı kaynaklarını bulup günsüzüne çıkarma (ilim) ve bütün bunları yaparken de Allah'ın halifeliği gibi son derece ağır bir görevi yerine getirirken yeryüzünün bütün imkânlarını onun hizmetine sunma kararındadır.
Yüce Allah kendi dileğini gerçekleştirme görevi verdiği ve "insan" ünvanına layık gördüğü bu yeni varlığı, yaşamı boyunca karşı karşıya geleceği yeryüzünün çeşitli güç kaynaklarına, yani enerji, hammadde, tabiata konan kanunlara denk gelecek, onlarla baş edebilecek derecede gizli güçlerle donatmıştır. Buna göre, yeryüzüne ve evrenin tümüne hükmeden temel kanunlarla, bu yeni varlığa, onun çeşitli güç kaynakları ve enerjilerine hükmeden temel kanunlar arasında sıkı bir uyum, ahenkli bir birlik vardır. Böyle olduğundan dolayıdır ki, bu iki kanun arasında, herhangi bir çatışma olmamakta ve insan enerjisi şu koca kâinat kayasına çarpıp paramparça olmaktan kurtulmaktadır.
O halde şu uçsuz-bucaksız yeryüzündeki varlık düzeni içinde sözünü ettiğimiz insanın mevkii, rolü son derece önemlidir ve bu onurlu statüyü onun için, kerem sahibi olan yaratıcısı dilemiş, uygun görmüştür. Yüce Allah'ın "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" ilahî buyruğunu, yeryüzünde halife olarak bulunan insanoğlunun bugün gerçekleştirdiği büyük işlerin ışığında gören bir göz ve idrak eden bir kalple değerlendirdiğimiz zaman bütün bunların ilahî iradenin tecellisi olarak görebiliriz.
Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki iradesi, sünnetullah (evrene koyduğu kanunlar) olarak, İnsandaki iradesi ise İslam olarak tecelli etmiştir. Bu iki tecellinin gönüllü birleşmesinden saadet, çatışmasından felaket zuhur etmiştir.
İnsan kendi tarihine hiç mi bakmaz?
Başka bir şahide gerek varmı acaba aklını kullananlar için?