Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Rodos Fethinden günümüze bir tutam ışık

Rodos Fethinden günümüze bir tutam ışık

Temelde barışçı bir insanım. Şovenist, faşist, yahut emperyalist yönüm yoktur. Buna rağmen zaman zaman eski topraklarımızı hatırlayıp iç çektiğim olur.
Dile kolay: Bir zamanlar, Karadeniz, Ege ve Akdeniz’deki bütün adalara, bütün sahillere, Ortadoğu ve Balkanlardaki bütün topraklara; kısacası, bugün üzerine 25 civarında devletin bulunduğu yaklaşık yirmi milyon kilometrekare büyüklüğündeki dev coğrafyaya hükmediyorduk…
Bunları unutursak eski gücümüzü ve gücümüzden güç almayı da unuturuz. İşte o zaman aşağılık duygusu içinde tükenir gideriz. Bir milletin geleceğini geçmişi belirler. Tarihçilerimizin siyaset ve sosyolojiye ilgisizliği, tarihin gelecek üzerindeki belirleyiciliğinin görmezden gelinmesine yol açtı.
Ama bilmemiz gerekir ki, geleceğin temelinde geçmiş var. Günceli yaşarken çoğunlukla ihmal ettiğimiz geçmiş, farkında olsak da olmasak da güncel olayları etkilemeyi sürdürür.
Bu sebeple tarih, güne ve geleceğe malzeme verir. Cevdet Paşa boşuna mı, tarih bilmeyen siyasetçiyi pusula okuyamayan kaptana benzetmiş, “İkisi de gemiyi karaya oturtur” diyerek, tarihe dikkat çekmiştir?
Şunu da eklemeliyim: Tarihi olgular güne ışık tutar. O ışıkta her şey daha net ve açık görünür. Bu sayede daha isabetli değerlendirmeler yapılabilir.
Misal isterseniz, çok var. Bunlardan biri de, 02 Ocak itibariyle, gönüllerimizde yıldönümünü kutladığımız Rodos Fethidir (1523).
¥
Korsanlardan ve hırsızlardan oluştuğu için, Yavuz Padişah’ın çok haklı olarak “Hırsız Adası” dediği Rodos Adası, neredeyse tüm Akdeniz’i kontrol ediyordu.
Rodos Şövalyeleri, özellikle Mısır fethinden sonra önem kazanan ticaret yollarını kesiyor, hac yolunu tıkıyor, kutsal topraklara gitmek için yola çıkan Osmanlı vatandaşları esir edilip işret sofralarına hizmetkâr yapılıyordu.
Rodos Şövalyeleri Trablus, İskenderiye, Kahire, Limni, Sakız gibi adalarla sahillere sokuluyorlardı. Bütün bunlara bir dur denmeliydi.
İstanbul hocaları hac yolunun emniyetinin sağlanamamış olmasından sık sık yakınmaya başlamışlardı. Hatta bazıları çok ileri gidip bu konuda Sultan Süleyman’ı eleştiriyor, “Padişah kocadı, dirayetini kaybetti, sefere çıkamıyor; ümmet-i Muhammed, bu yüzden hacca gidemiyor” şeklinde oldukça sert eleştiriler getiriyorlardı. Hocalar özgürdü!
Hatırlayın ki, “Demokratik Cumhuriyet” Türkiye’sini yaşadığımız bir dönemde, Cuma hutbeleri tek kalemden çıkıyor. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından onaylandıktan sonra, “Cuma hutbesi” olarak camilerimizde okunuyor… Bir bakıma hatibin özgür iradesine ambargo konuyor! Bu da yetmiyor, zaman zaman camilere “muhbirler” yerleştiriliyor. çizgi dışına çıkan hocaların hızaya getirilmesi için “ihbar” müessesesi işletiliyor. Ama “mutlakıyet dönemi” dediğimiz dönemde, İstanbul hocaları özgür. Gözlenmekten, izlenmekten, atılmaktan, itilmekten korkmadan istedikleri gibi konuşabiliyorlar.
Yol emniyetini yeterince sağlayamadığından bahisle, Kanuni Sultan Süleyman gibi bir padişaha veryansın edebiliyorlar. İnsan hak ve hürriyetleri açısından, sizce hangi Türkiye daha “özgürlükçü?”
“Mutlakıyet Türkiyesi” mi, “Cumhuriyet Türkiyesi” mi?
Elbette Padişah camilerde yapılan konuşmalardan anında haberdar olmaktadır, ama kendisini eleştirdiği için hiçbir hoca hakkında soruşturma açmayı aklının köşesinden bile geçirmemektedir.
çünkü insanların, özellikle âlimlerin susturulduğu bir ülkenin büyüyemeyeceğine inanmış, Peygamber-i âlişan Efendimiz’in âlimlere verdiği değeri özümsemiştir.
Ne de olsa o, meşhur âlimlerden İbn-i Kemal’ın atının ayaklarından fırlayan çamura bulanmış kaftanını tabutunun üzerine örtülmesini emreden, böylece Osmanlı devlet geleneğinin âlimlere verdiği üstün değeri çevresine gösteren Yavuz Sultan Selim’in oğludur.
Rodos Seferi’nin özünde, vaktiyle Cem Sultan’ı kandırıp kullanan şövalyelere hadlerini bildirmek, deniz ticaretini rakipsiz kontrol etmek ve Anadolu savunmasını garantiye almak gibi siyasi sebeplerin yanı sıra böyle dini bir sebep daha var.
Doğu Akdeniz havzasıyla Boğazlar Bölgesi’ne uzanan geçiş noktasında bulunan Rodos Adası, tarih boyunca Romalıların, Bizanslıların ve Saint-Jean (Sen Jan) Şövalyeleri’nin idaresinde kalmıştır.
Osmanlılar, İstanbul’un Fethi’nden sonra Anadolu’nun savunması açısından önem arz eden Rodos’a yönelmişlerdir. İlk olarak Fatih Sultan Mehmet, Ada’yı kuşatmış, fakat ele geçirememiştir. İkinci Beyazıt, kardeşi Cem’in Papalığa sığınmasından dolayı Rodos’la dost geçinmek zorunda kalmış ve Ada’nın fethine yönelik ciddi bir teşebbüste bulunmamıştır
Böylece sıra Kanuni Sultan Süleyman’a gelmiştir.
Kanuni, seferin serdarlığına (Başkomutanlık) İkinci Vezir Mustafa Paşa’yı tayin etti. 300 harp ve 400 nakliye gemisinden meydana gelen donanmanın başına ise, Barbaros Hayreddin Paşa’nın yanında yetişen meşhur amiral Kurdoğlu Muslihiddin Reis’i getirdi. Kendisi de 16 Haziran'da kapıkulu ve eyalet askerleriyle birlikte, İstanbul’dan yola çıktı. Kütahya yoluyla Marmaris’e, oradan da gemilerle Rodos’a çıktı (28 Temmuz).
20 bini aşkın şehidin kan bahası olarak nihayet Rodos fethedildi. Hac yolu açıldı. İstanbul hocalarının Padişah’a yönelik eleştirisi de ortadan kalktı.
Anlıyor musunuz ey bizi yönetenler?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi