Eski Türkiye 3
Hayatımın en acı yolculuğunu da yine bir Diyarbakır yolunda yaşadım. 1970 – 1971 eğitim yılında biz bir piyes oynamıştık. Piyes Alpaslan ve Malazgirt ile ilgiliydi. Benim rolüm de Alpaslan’ın Diyojen’e elçi gönderdiği amcası idi.
Piyes çok beğenilmişti. Defalarca oynamıştık. O sene yaz tatilinin ortasında bir mektup aldım. Mektup okuldan geliyordu. Sıkıyönetim komutanlığı, Malazgirt zaferinin 900. yılı münasebetiyle bu piyesi oynatmak istiyordu. Bu yüzden piyeste rolü olan herkes çağrılmıştı.
O zaman babamın görevi Andırın kazasının Kaleboynu köyündeydi. Babam merhum tam beş tane ellilik vererek beni yolcu etti. Adana üstünden Diyarbakır’a yola çıktım. Siverek’ten bir yolcu bindi yanıma. Benden daha yaşlı ama genç biri. O zaman otobüsün ön kapısı önünde biri iki, biri tek kişilik iki koltuk olurdu. Biz iki kişilikteyiz. Önümdeki muavine aitti. Yan koltukta da bir genç var. Mardinli veya Van’lı. İzmir’de çalışmış, annesiyle dönüş yapıyor. Gece uyumuşuz. Annesi ve kendisi şöförün hemen arkasında. Yani bizim sol yanımızda.
Bir ara bir dokunmayla uyandım. Baktım koltuk arkadaşım aranıp duruyor.
-Hayırdır? Dedim.
-Cüzdanım yok, dedi.
-Allah Allah! Nereye gider ki.
-Arıyorum ama bulamıyorum.
Kalktı, arkaya baktı. Yok. Şöföre:
-Biz uyurken durduk mu? Dedi
-Evet, bir yerde.
-İnen oldu mu?
-Oldu ama cüzdan lafı olmadı.
Devam ediyoruz yola. Bu konuda konuşup duruyoruz. Adam evhamlı biri gibi. Dedim ki:
-Ben de seninle beraber uyuyordum. Ben almadım. Ama insanlık hali içinde bir şüphe varsa, gel beni ara.
-Yok canım, olur mu öyle şey?
-Olur olur. Ben gücenmem. Ara istersen.
-Yok hemşehrim. Senden hiç ummam zaten.
-Sen bilirsin ama ben gücenmem, bundan emin ol.
-Gerek yok. Sen alsan zaten böyle demezsin.
Neyse, otobüs o zaman yeni açılan Dağkapı terminalinde durdu. Şehirden bir hayli uzaktı. Biz gece geç olmadan okulumuza varsak diyoruz. Çünkü belli bir saatten sonra sokağa çıkma yasağı var. Malum 12 Mart muhtırası dönemi.
Otobüs durdu, biz eşyamızı almak için indik. Çünkü otobüs Van’a kadar gidecek. Benim küçük bir çantam var. Tam onu aldım, baktım etrafımız polis sarılı. Polislerden biri:
-Beyler, aranızdan birinin parası çalınmış, şikayet var. Arama yapacağız. Hep beraber polis merkezine gelin.
Ben arkadaşıma baktım. Başı eğik.
Hep beraber merkeze vardık. Bu arada yüreğim cız etti. Çantamın içinde büyük bir bıçağım var. Gençlik işte, o da bizim havamızdı. Ya onu görürlerse?
Bizi sıraya dizdiler ve iyi bir nasihatta bulundular. “Kim almışsa parayı çıkarsın. Sonra daha kötü olur”.
Kimsede ses yok.
Oradaki polis dedi ki:
-Arkadaşlar, bunu hemen halledelim. Yoksa uyuyan arkadaşlar uyanırsa sizin için çok kötü olur.
Ses yok.
Derken arama başladı. Benim yanımdaki adamın bavulunun cırcır açılmadı. Adam telaşla uğraşırken, daha da karıştırdı. Ben hemen belki bir güven verir de çok aramaz diye polise “bari bu arada benimkini ara” dedim.
Tam ararken adam “açtım” dedi. Polis de beni bırakarak tekrar ona yöneldi. Hamdolsun bıçaktan yırtmıştık. Bir şey bulamadılar. Bu arada uyuyanlar da uyandı ve orası iyice polis doldu.
En sonunda bir polis:
-Bu adamın yanındaki, önündeki ve arkasındakiler bizimle gelsin, diğerleri burada kalsın, dedi.
Arkada merdiven olduğundan kimse yok tabi. Nihayet adam, ben ve Van’a gidecek olan genç öne çıktık haliyle. “Gelin” dediler.
Şimdi hapı yutmuştuk…