“İstanbul’un Ortası”nda Terör...
Garip şairimiz Orhan Veli “İstanbul’un orta yeri sinema” diyor. Şiir doğrulanmaya ihtiyaç duymaz, ama aklınızdan böyle bir şey geçerse, önce İstanbul’un ortasını bulmak gerekiyor. Gerçekten kendine mahsus bir şahsiyet olan, yetmişli yıllarda tanışmaktan –eski tabirle- mübahi olduğum merhum Malik Aksel, hatıra tadındaki yazılarını böyle bir kitapta toplamıştı (1977). İlk yazının başlığı da “İstanbul’un ortası”...
“Şehzade Camii’nin Vefa’ya dönen köşesinde somaki bir mermer sütun vardır. Bu sütunun alt kısmı yolun yükselmesi dolayısıyla toprağa gömülmüş bir hâldedir. Bu somaki sütun üzerinde görülen demirden bir mil onun kendi çevresinde döndüğünü gösterir. Halk bu sütunun İstanbul’un ortasına işaret olduğuna inanır. Bu düşünceyle haritaya bakıldığı zaman eski İstanbul’un ortasının bu bölgeye rastladığı gerçeğine varılır.”
Dünkü terör saldırısı ile ilgili bilgiler gelmeye başladığında mevkiyi az çok tahmin ederek İstanbul’un ortasının hedef seçildiğini düşündüm. Nitekim, Malik Bey yazının devamında “Vezneciler, Direklerarası, Şehzadebaşı, Saraçhane bir bütündür, çok defa hepsine birden Şehzadebaşı denilir” diyor. Demek ki terör hadisesi, İstanbul’un ortasında, Şehzadebaşı’nda vukubulmuş. Hedef İstanbul’un ortasını vurmak mıydı, yoksa ramazan maneviyatına meyletmiş insanımızı can evinden vurmak mı?
İkisi de doğrudur.
Can evimizden vurulduk ve İstanbul’un ortası vuruldu. Güya polisler hedef alındı, öldürülenlerin yarısı, yaralıların çoğu sıradan vatandaş... Bu insanlık dışılığı nasıl izah edeceğiz? Bu saldırı zerre miskal ulvî amaçlarla yapılmış olabilir mi? Masum insanları, vatandaşın güvenliğini sağlayan emniyet mensuplarını öldürerek hangi yüce maksada erişilebilir? “İstanbul’un ortası” denilince, burada koca bir üniversitenin, büyükşehir belediye binasının, büyük öğrenci yurtlarının mevcudiyeti ve kapalı çarşıya yakınlığı düşünülürse kalabalığın yoğunluğu tahmin edilebilir. Neyse ki, saldırı bu kalabalığın henüz teşekkül etmediği bir zamanda yapılmış. Bir hafıza tazelemesi yapalım: Bölge, yani Şehzadebaşı, İstanbul ramazanlarının tarihinde müstesna bir yere sahip.
“Direklerarası” karagöz, ortaoyunu, tiyatro salonlarının, sonradan sinemaların ve meşhur kıraathanelerin mekânı. Semtin adlandırılmasında Mimar Sinan’ın çıraklık devri eseri saydığı o güzelim Şehzade Camii esas alınmış. Kanunî Sultan Süleyman, tahtının varisi olarak gördüğü Şehzade Mehmed’in genç yaşta ölümü üzerine adına cami yaptırmış. Camiin haziresinde Şehzade Mehmed’in türbesini ziyaret edenler, sağlığında kavuşamadığı tahtı bu ölüm mekanında görebilirler. Bana hafıza kaybımız, can kayıplarımız gibi önemli geldi. İlk açıklamalar Bayezid olarak yapıldı, Şehzadebaşı denilemedi. Sonra da camiin adı “Şehzadebaşı” olarak ilan edildi! Cami adını semtten almıyor, semt camiden alıyor! Kullanılan patlayıcı o kadar güçlü imiş ki, Şehzade Camii de aradaki mesafeye rağmen, hasar görmüş. Maddi zararlar önemli değil, kaybettiğimiz canlar ve zihnimizde meydana getirilmek istenen hasar önemli. Ramazanın verdiği kuvvetle metanetimizi koruyalım ve kayıplarımıza rahmet dileyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.