İki Müzmin Derdimiz Ve Çaresi
Bu ülkenin yıllardır süre gelen iki müzmin hastalığı var. Onlar da ırkçılık ve laikliktir. İkisi de imansızlıktan kaynaklanmaktadır. İkisinin de tedavisi İslam’dan başka bir şey değildir.
Geçen yazılarımızda da demiştik; gelmiş geçmiş tüm nesilleriyle tarih içinde bütün bir insanlık iki sınıfa ayrılır. Birincisi, Kur’an-ı Kerîm’in ifadesiyle “Hizbullah”, yani “Allah'ın taraftarları” olan mü'minlerdir. İkincisi ise “Hizbuşşeytan” denilen kafirlerdir.
Kafirler, Allah Teâlâ’yı bırakıp şeytana itaat edip onun yolundan gittikleri için, onu kendilerine yâr ve yardımcı seçtikleri için “Hizbuşşeytan”dırlar. Yani “şeytanın taraftarları” olanlardır.
Bunlar, bazen Allah Teâlâ’yı inkar ederler, ateist, dinsiz gibi.
Bazen de ona iman etseler de dinini kabul etmezler, batıl din ve ideolojilere mensup olan gibi.
Bazıları da hem Allah Teâlâ’ya, hem de dinine iman ederler, ama dinin dünyayı düzenleyen kanunlarını inkar ederek reddederler, laikler gibi. Bunlar, Kur’an’ın bir kısmına iman edip de bir kısmını inkar eden Allah karşıtlarıdır.
Bu çok acı bir durumdur. Böyle bir çirkin vaziyet bu zamana kadar tarih içinde toplu bir halde hiç görülmemiştir. Açıkça söyleyelim: “Ben de Müslümanım ama şeriata karşıyım” diyen sözde Müslüman kâfirler, bu çağın en garip, en saçma, en anlamsız kafirleridir.
Bunlar, “Kur’an Allah kelamıdır” derler, ama içindeki iki yüz ila beş yüz ahkam ayetlerini, yani kanun, yasa ayetlerini kabul etmezler. Bu ayetleri reddederler. Bu ayetlerden çıkarılan İslam hukukunu atarak, onun yerine Batıdan kanunlar tercüme ederek alırlar ve bunun adına da “laiklik” derler.
“Ben de Müslümanım am Allah bu asrın ihtiyacını bilmez. İslam Hukuku bu asrın gereklerini karşılayamaz” diyenlerden bazılarının bu “Allah karşıtlığı” ifadesine razı olmayacaklarını biliyoruz. Ama onların da bilmediği işte aynen bu hakikattir. Yani söyledikleri bu sözün İslam akidesinde “dinden çıkma, kafir olma” gerektirdiğini bilmemeleridir. Bu yüzden küfrün bir adı da “cahiliyye” değil mi ya?
Ancak bu arada onlarla yüz yüze konuşurken, incitmeden ve nefret ettirmeden gerçekleri ifade eden bir dil kullanmayı da unutmamalıyız. Bu mesele, davet ve tebliğde önemli bir ilkedir.
Nitekim Kur’an-ı Kerîm de buna dikkat çeker:
“Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları dışında kalanları ile tartışırken olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanınız. Onlara deyiniz ki, "Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz."(Ankebut 46)
Bu “Mü’min/Hizbullah” ve “Kafir/Hizbuşşeytan” gibi ikili sınıflandırma her türlü zaman ve mekân sınırlandırmasının dışında insanlık tarihi boyunca her nesilde var olan genel bir durumdur. Buna göre Hz. Adem’den beri Mü'minlerin her bir kuşağı, yüzyıllar boyunca uzanan bu silsilenin devam eden bir halkasıdır. Kafirlik veya şeytan dostu olmak da Kabil’den bu zamana kadar, derken kıyamete kadar devam edecek bir neslin silsilesidir.
Bu, İslâm'ın dayandığı temel ilkeyi oluşturan ve bu Kur'an ayetinde ifadesini bulan büyük, üstün ve yüce gerçektir. Bu gerçek insanlar arasındaki ilişkiyi sadece kan, soy, ırk, devlet, ideoloji, vatan veya ticarete bağlı kılmanın seviyesinden daha yukarılara çıkarır. İnsanlar arasındaki ilişkiyi tek bir inanç sistemine bağlılık şeklinde somutlaştırarak yüce Allah’a ulaştırır. Evet, Allah Teâlâ’ya yakın olmanın tek ölçüsü iman ve takvadır.
Bu inanç sisteminde bütün ırklar ve renkler kaynaşır gider, kavim ve ülke farklılıkları ortadan kalkar. O yüzden Müslümanlar arasında ırk üzerinden savaş olmaz. Irkçılık için savaş olmaz. Irkçılık için savaşa davet eden de, savaşan da, bu uğurda geberen de cehennemliktir.
Evet, bu ülkenin yıllardır süre gelen iki müzmin hastalığı var. Onlar da ırkçılık ve laikliktir. İkisi de imansızlıktan kaynaklanmaktadır. İkisinin de tedavisi İslam’dan başka bir şey değildir.