İsteyene Barış İsteyene Savaş
Hiç şüphesiz savaşın da barışın da bir dili vardır ve başka başkadır.
Savaş, din tebliğine de mani olan acı bir vaziyettir. İnsanı duygusallaştırarak aklını bürür, örter. Kin ve nefret dolu bir kalp, söylenenler ne kadar makul ve faydalı da olsa kendisine yapılan bir daveti zor kabul eder.
İslam dini, zaten adı üstünde, ilke olarak daima sulhtan yanadır. Nitekim Nisa suresinin 128. Ayetinde, “Sulh daha hayırlıdır” buyurulmuştur. Fakat yukarıdaki ayet, dinin ve devletin güvenliğini garanti altına almak için gayr-i müslim komşulardan gelen zararları bertaraf etmeyi ve onların karşısında tecavüze cesaret edemeyecekleri şekilde güçlü ve metin olmayı emretmektedir.
Müslümanlar, aslı İslam iken tahrife uğramış dinlerin mensubu olan Ehl-i Kitap'la veya tamamen beşerî dinlere mensup insanlarla dini konuşurken, aklı ve ilmi ön plana çıkararak, olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanmaya teşvik ediliyorlar. Yani mantık muhakkak olacak, ama duygu ile desteklenecek.
Amaç, ilahî risaletin geliş hikmetini açıklamaktır. Bu yeni risaletle önceki risaletler arasındaki bağı ortaya koymaktır, bir de kendisinden önceki davetlerle uyuşan, yüce Allah'ın hikmeti ve insanların ihtiyaçlarına ilişkin eksiksiz bilgisi doğrultusunda onları bütünleyen Allah'ın gönderdiği mesajlardan bu sonuncusuna uymanın zorunluğuna inandırmaktır. Yani aslında çağlar boyunca bütün peygamberlerin getirdiği din, ufak tefek ibadet ve muamelattaki değişiklik ve gelişmişlik dışında, temelde aynı İslam dinidir. Allah katında din bir tanedir; İslam.
"Onlara deyiniz ki; `Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz."(Ankebut 46.)
Bugün Batıda Müslümanlığı seçenlerin çoğu bu gerçeği tasdik ediyorlar. “Bizi İslam’ın en çok saran ve sevindiren yanı, bütün Peygamberlere iman etmeyi ve sevmeyi emretmesi ve bütün ilahî kitapları kabullenmesidir. Bu bizim içimize tamlık hissi veriyor ve kalbimizi yatıştırıyor” diyorlar.
Şu halde çekişmeye, bölünmeye gerek yoktur. Allah, ahiret, nübüvvet, kitap, iman esasları, güzel ahlak gibi aslî konularında iman beraberliği vardır. Ayrıntılar ibadet ve muamelattadır. Bu yüzden büyük tartışmalara girmek, münakaşalar etmek yersizdir.(Ankebut 46.)
Ancak "Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları" bu genellemenin dışındadırlar. Çünkü onlar, kalıcı inanç sisteminin temel kuralı olan Tevhid, yani Allah'ın ilahlıkta ve Rabb'lıkta birliği ilkesinden sapmışlardır. Allah'a birtakım düzmece ilahları ortak koşmuşlardır. Özellikle de O'nun hayat sistemini bir kenara bırakıp insan aklının ürünü başka laik sistemlere uymuşlardır.
Böyle zalimler varken barışı korumak maalesef her zaman mümkün olamamaktadır. Nitekim İslâm Medine'de bir devlet kurar kurmaz böylelerine iyi davranıp barış için anlaşmalar yapmışsa da, anlaşmalarına ihanet eden ve savaş açanlara kendisi de savaş ilan etmiştir.
“Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.”(Tevbe 123.)
Müslüman, davet ve tebliğ için barışın kıymetini bilir. O barış adamıdır. Fakat barıştan anlamayanlar için o cihadın da kıymetini bilen bir mücahittir.