Olmadı
İstanbul'a bayramla beraber bereket geldi. Bayram sabahı güzel yağmur yağdı. Rahmet, inşallah, kalbimizi de temizler. Peki, biz bu rahmetin, merhametin ve bereketin neresindeyiz?
Arife günü, Medine'de terör saldırısı olmuşken, bir bayram yazısı nasıl yazılır? Bu son nokta idi. İslâm âlemi barbarların, kiralık katillerin istilası altında. Gönüller kırgın ve yaralı. Üzüntü büyük. Aklımızın almadığı şeyler oluyor. Medine, Bağdat, Halep, Şam ve İstanbul'a kadar neredeyse bütün kadim şehirlerimiz terörün hedefi ve mağduru haline geldi. Kudüs'deki devlet terörünü de unutmayalım.
Yahya Kemal, Birinci Dünya Savaşı'nın bizimle ilgili sonucunu şöyle özetliyor: “Türkiye harbe girmekle, sekiz yüz elli senelik bir devletin bütün ülkelerini kaybetmek mücâzâtına mahkûm edilmişti.” (Tarih Musâhabeleri, İstanbul Fetih Cemiyeti, 1975, sayfa 142.)
Bu iktibası 'bir devletin bütün ülkeleri' ifadesi için yaptık. Oradan buraya gelelim: Saydığımız şehirler de bizim gözümüzde ve gönlümüzde böyledir. Hepsi İslâm ülkesinin aziz beldeleridir. Birbirlerinden ayrı tutulamazlar. Bizi işte buralardan vuruyorlar.
Zalimlerin mübarek gün ve gecelerdeki acımasız saldırılarını zaten biliyoruz. Hatta alıştık. Şimdi de Medine'ye mi alışacağız? Ya sonra? İbrahim Karagül'ün ısrarla ve sıklıkla yaptığı Kâbe vurgusunu hatırlayalım. Allah muhafaza.
Sezai Karakoç, Kıyamet Aşısı'nda Mehmet Akif için şöyle der: “O, İkinci Cihan Savaşı'nı bile birincisinde görmüş ve yaşamıştır.” Öyle görünüyor ki, daha ilân edilmeden ve girmeden, üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz. Birincisinde Kudüs'ü, ikincisinde sözümüzü kaybetmiştik. Bu kez galiba kendimizi kaybediyoruz. Cinnetin gözle görülür, elle tutulur hali. İftar vakti, kadir gecesi, bayram günü, hiç fark etmiyor.
Peki, millet ve memleket olarak bizler ne durumdayız? Kendimize bir bakalım.
Eski kalemler, hayal kırıklıklarını belirtmek için, sitemkâr bir üslupla “Fransa sen kaç tanesin” diye yazılar yazarmış. Almanya, İngiltere, Amerika vs. Çünkü ülkemize ve ümmete dostluk gösteren de, düşmanlık eden de aynı ülkeler. İşte bunu soruyor, sorguluyorlar.
Son yıllarda daha iyi gördük bunu: Birden fazla Türkiye oluşturmak için çabalayanların sayısı hiç de az değil. Artık “kaç tane Türkiye var” sorusunu sorabiliyoruz. Elbette tehlikeli, sakıncalı. Ayrıca üzücü.
Aynı soruyu çoğaltabiliriz: Kaç tane mütedeyyin camia var, kaç tane Ak Parti var? Yaşanan tartışmalar gösteriyor ki, birden fazla. Maalesef.
Camia demişken. Erdiğine eren, eremediğine taş atan kimselerin sayısı hızla artıyor. İster meyve, ister mevki. İşler, ilişkiler, insanlar.
İddia ile iftira ayrı dünyaların kavramlarıdır. Bu ikisini birbirine karıştıranlar neden bu kadar fazla? Aramızda yaşıyor ve hızla çoğalıyorlar. Ne yapılabilir, bilmiyorum.
***
Mustafa Nezihi Pesen'ın kitabından defterime kaydettiğim bir hadis-i şerif: “Her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır. Bayram, sevinç günleridir.”
Bu bir bayram yazısı olacaktı. Fakat olmadı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.