Gülen Ve Demokrasi
Demokrasi hakkında çok söz söylenebilir. Biz bu devlet, siyeset, İslam ve demokrasi konusundaki bilgi, tecrübe ve düşüncelerimizi, görüşlerimizi müstakil kitap olarak yazdık hamdolsun. Burada bir özet sunalım sadece.
Demokrasinin iki ayağı vardır. Birisi, idarecilerini halkın seçmesi. İkincisi, halkın iradesinin devlete hakim olması.
İslam birincisini demokrasiden önce getirmiştir. İlk halifeler seçimle başa geldiler. Saltanat ve veliahtlık sonradan çıkan bir bid'attır ve merduttur.
İkinci ayağına gelince, "halk iradesinden" maksat, o iradenin "dinî, ilahi irade" olmaması, tamamen beşeri olarak insan iradesi olmasıdır. Buna göre demokrasilerde İslam dininin kanunları, özel adıyla fıkıh ve şeriat asla devleti yönetemeyecektir. Onun yerine halkın temsilcileri eliyle vaz’ettiği, yani yaptığı kanunlar devleti yönetecektir. Buna aynı zamanda "laiklik" de deniyor. Sekülerizm kavramı da bunu ifade ediyor.
İşte İslam bu ikinci ayağı kabul etmez. O Allah Tealanın iradesi olan İslam'dan başkasının hayata hakimiyetini asla kabul etmez. Bu yüzden biz imanımız gereği bu görüşü asla kabul etmeyiz, edemeyiz. Buna göre, demokrasi bu ilkesinde ısrar eder de "laiklik olmazsa demokrasi olmaz" derse, bizimle işi olmaz. Elbette zaruretler hariç. Yani İslam yoksa, “diktatörlük olacağına demokrasi olsun” der, onu diktaya tercih ederiz. O başka bir meseledir.
Yok eğer demokrasi, yani demokratlar, "madem halk kendi iradesi yerine ilahi iradeyi gönüllü seçiyor, nihayet o da halkın bir tercihidir, halkın iradesinin bir tecelli biçimidir, o zaman biz de onu kabul eder, ille de laiklik şartını dayatmayız" derlerse, oturup konuşuruz. Zira "sandık ve seçim" İslam'ın çok daha önceden kabul ettiği bir ilkedir. Ona "demokrasi" denmekle, İslamî özelliği zayi olmaz. Olay kısaca bundan ibarettir.
Fakat sevenlerinin “kainat imamı”, “mehdi”, “yüce kurtarıcı”, “seçilmiş insan” dediği F. Gülen, açıkça “laiklikle bir sorunumuz yoktur”, “demokrasiden geriye dönüş olamaz”, “Atatürk bir dâhidir” sözlerinin yanında, kendine göre hayli cesur sayılabilecek şu sözlerini koymuş sitesine:
“Yani itikat dediğimiz şeylerde esas, bu şeriatın parçasıdır, dinin bir parçasıdır, imanın bir parçasıdır. Hepsinin içine girer inandığımız imanın esasları onun içine girer. Hatta iman esasları adına kainatın bir kitap gibi okunması, bir mahşer gibi temaşa edilmesi onun içine girer. Namazımız, orucumuz, haccımız, zekatımız onun içine girer. Bizim ferdi ve ailevi bazı muamelelerimiz onun içine girer. Onun içine giren yani dinin, İslam'ın ve şeriatın % 95'leri aşar. % 95, Allah'ın insana yüklediği bu şeyleri yapması için insanı zorlayan herhangi bir mani yoktur, insan herhangi bir mania ile karşı karşıya kalmaz. % 5'i idareyle alakalı, bazıları hukuk sistemiyle alakalı % 4, % 5 nispetinde bir yanı vardır ki, o teker teker fertleri alakadar etmez, idare edenleri alakadar eder.”(http://tr.fgulen.com/content/view/223/141/)
Buradan anlaşılan odur ki, Gülen’in bir “İslam devleti” ve “İskam toplumu” oluşturma gibi bir davası yoktur. Bu görüldüğü gibi bizzat kendi kalemi ve kelamıyla tescillenmiştir
F. Gülen’in benimsediği usul ve üslup gereği sistemi kızdıracak, etkin kurum ve kişileri gücendirecek ve elinde güç ve imkan bulunduranları üzecek, olumsuz tepki ve tavırlara itecek bir şekilde asla konuşmaz ve davranmaz. Mesela asla “İslam Devleti” demez. “Şeriat” demez. Bunu hatırlatan kavramları hiç kullanmaz. Hatta açıkça “siyasal İslam’a karşıyım” der. Az önce geçen şu sözleri hatırlayalım:
“Benim laik cumhuriyet esaslarına, cumhuriyete, hele cumhuriyete karşı söylediğim bir kelime varsa, yazdığım bunca kitap, 35 sene kürsülerde vaaz ettim, bunca sohbetlerim var, Türk toplumuyla bütünleşmiş bir insanım. Eğer bir kelimem varsa; doğru derim, hakikaten benimle konuşulmasın derim. Bunu ispat edemezler.”
Fakat o bunları söylerken sadece bize değil, gizlice ilişki kurduğu ABD, CİA, MOSSAT, MI6, Siyonizm, küresel sermayeye de söylediğini ve söz verdiğini hiç düşünemediğimiz için, biz adamı “takiyye yapıyor” diyerek aklamaya çalışıyorduk. Heyhat, halbuki o cidden dini tahrif etmeye, onda reform yapmaya ve onu “ılımlı” hale getirmeye çalışıyormuş da biz bir türlü bu ihaneti ona yakıştıramıyormuşuz. Yeteri kadar araştırma yapmayarak bu gerçekleri anlamada geç kalışımdan dolayı kendimi açıktan kınıyorum.
Gelecek yazıda bu konuda size bir hatıramı anlatayım inşallah.