Bayram Mutluluk Ve Bir Hikaye
Bugün bayram ve bugün bizim mutlu olmamız lazım. Öyle gerekiyor. Ne olursa olsun, Ümmet-İ Muhammed’in bayramında onlardan bir fert olarak onlarla beraber mutlu olmamız gerekiyor. Savaş altında bombalansak da, bombalanan kardeşlerimize hakkıyla yardım ederek o savaşı durduramasak da, bugün bayram, bir aidiyeti pekiştirmek, bir bağı kuvvetlendirmek, bir büyük birlikteliği az çok dosta düşmana göstermek gerekiyor.
O yüzden “ama ne bayram!” gibi sözler duymak istemiyorum. Bugün bayramı bütün icabıyla yaşamak istiyorum. Muhasebeye evet, özeleştiriye evet, musibetlerin sebebini öğrenmeye ve kurtuluş için yapılması gerekenleri değerlendirmeye evet, ama mateme hayır! Zira bugün bayram!
Kurbanlarımızı Allah için keselim. Kanı yere düşerken dualar edelim: “Allah’ım senin içindir, lütfen kabul buyur ve Ümmet-İ Muhammed’in kanını koru. Onlara İslam ver. Onlara kardeşliğin, birliğin, beraberliğin değerini öğret, gücünü göster. Günahlarımızı affet! Bizi ümmetimizle beraber mutlu kıl!”
Mutluluk insanlığın en büyük amacıdır. Herkes onu elde etmek için çabalar durur. Durur amma bilmeyenler onu bambaşka yerlerde ararlar. Ömürleri aramakla geçer de ellerine maceranın zevkinden başka bir şey geçmez. Bir yığın acı ve ıstırapla öyle kalakalırlar. Samanlıkta iğnesini düşüren, orası karanlık diye gider de arama işini sokak lambası altında yaparsa, olacağı budur!
Birçok filozof okudu, araştırdı ve düşündü, birçok gezgin dağları aştı mutluluk için. Birçok devlet adamı ülkeler fethetti, yasalar koydu, ama ne kendisi mutlu oldu, ne de yönettiği halkı. Birçok öğretmen onu öğretmeye kalkıştı kendisi mutsuzken...
Mutluluk neredeydi? Hangi dağlar, hangi vadiler, hangi çöller ve hangi beldelerdi insanları mutluluktan alan?
Çoğu insanlar onu servet dağlarında aradılar, şöhret vadilerinde dolaştılar, itibar çöllerinde gezdiler, şehvet beldelerinde eğlendiler ama mutluluğu bir türlü bulamadılar. Ömür bitip tükeniyor, yar ele geçmeden gün bitiyordu...
Baksanıza şu batı toplumlarına? Servet var. Şehvet var. Zevk var. Itibar (!) var ama mutluluk yok. Eksik olan ne? Anlamadılar gitti! Herkesin işi var, aşı var, evi barkı var, çoluk çocuğu var, gelecek garantisi var, sağlık güvencesi var; ama mutluluk yok.
Yok işte. Yaşanan bir gerçektir bu. Acı bir gerçek...
Büyük devletler kurdular. Dünyayı sömürdüler. Her yeri araştırdılar. İlim ve teknikte ilerlediler. Ciltler dolusu kitaplar yazdılar, makinalarla karada, denizde ve havada cirit attılar, uzayı araştırdılar ama mutluluğu yakalayamadılar. Onu bir türlü bulamadılar.
Oysa o karalarda, denizlerde, havalarda, uzaylarda değildi. İnsanın içindeydi. Kendi Kalbindeydi. Yani gönlündeydi ama Batı “gönül” nedir bilmiyordu ki!
Evet, huzur oradaydı. Mutluluk oradaydı. Ama onlar hep başka başka yerlerde arıyorlardı.
Onun yerini yakalayanlar da oldu zaman zaman, işin az çok farkına varanlar da oldu bir yığın acı tecrübeden sonra. Ama yine de künhüne tam vakıf olamadılar. İşte size böyle birisinden bir hikaye:
Yusuf el-Kardavî “el-Muhtar” dergisinde Amerikalı bir doktorun bir yazısını okumuş, beğenmiş. “İman ve Hayat” adlı eserinde bize de aktarmış sağolsun. Biz de beğenmiştik ilk okuduğumuzda. Bakalım sizler de beğenecek misiniz?:
“Bir zamanlar gençliğimde hayatın herkesce kabul edilen güzelliklerini bir liste halinde sıraladım ve dünyevi isteklerle şu açıklamayı yazdım: Sağlık, sevgi, kabiliyet, zenginlik ve şöhret. Sonra da bunu gurur ve kibirle yaşlı bir hakîme -bilge kişiye- gösterdim.
Yaşlı dostum bana şöyle dedi:
- Güzel bir liste. Zararsız da sıralanmış. Ancak bana öyle geliyor ki, en mühim madde unutulmuş. O olmadan liste taşınmaz bir yük olur.
Hakim dostum listenin üzerine bir çarpı çekti ve iki kelime yazdı: “Kalp Huzuru”. Ve dedi ki:
- İşte bu, Allah Teala în seçkin kulları için sakladığı bir lütuftur. Allah Teala çoklarına zeka ve sağlık verir. Mal ise el kiridir. Şöhret ender değildir. Ama kalp huzurunu ancak takdir ettiği kimselere verir.
Ve izah yollu şöyle dedi:
- Bu bana mahsus bir görüş de değildir. Ben sadece Tevrat’tan naklediyorum. Aurelius’tan ve Ladenis’ten naklediyorum. Bu hakimler şöyle demişler: “Ya Rabbi!. Dünya nimetlerini ahmakların ayakları altına ser, bana da huzurlu bir kalp ver.” O gün bunu kabul etmek bana zor geldi. Ancak yarım asırlık özel bir tecrübeden ve ince düşüncelerden sonra anladım ki, kalp huzuru doğru bir hayat için tek idealdir. Ve artık biliyorum ki, diğer meziyetler insana huzur sağlamak için zaruri değildir. Bu huzurun mal olmadan, hatta sıhhat olmadan da geliştiğini görüyorum. Huzur, kulübeyi saraya çevirebilir. Huzursuzluk da sarayı zindan eder.”( Yusuf el- Kardavî, İman ve Hayat, s. 101-102.)
Kardavi bu hikayeyi çok beğenmiş ve arkasından şunları söyleyerek dikkatleri yoğunlaştırmak istemiş:
“Bu, refah ve zenginlik ülkesi, altın ve ilim ülkesi, hürriyet ve serbestlik ülkesi Amerika’da yaşayan bir insanın sözüdür. Bunu uzun tecrübelerden sonra söylemiştir. Bu kimse hayatta kalp huzurundan, gönül rahatlığından daha kıymetli, daha üstün ve daha bereketli bir nimet bulamamıştır. Bu, hakim bir kimsenin sözüdür. Kitabımıza alabilir ve ondan yararlanabiliriz. Hikmet mü’minin yitiğidir ve nerede bulursa alır.”( Age. s.102.)
İşin püf noktası şu soruyu sorabilmektir: Paranın ve pulun, şan ve şöhretin, sağlık ve servetin veremediği bu kalp huzurunu nereden bulacağız?
Cevap ise çok basittir; imandan. Allah Teala’ya iman ve ibadetten. Allah Teala’ya karşı duyduğumuz sevgi, saygı, rıza, güven dolu kuluktan...
Bayramda “kulluğumuzdaki başarı seviyesini” düşünelim. O seviyenin düşük olması önemli değildir. Çünkü daha ölmedik, telafisi mümkündür. Bunu düşünerek mutlu bir bayram yaşayalım. Allah Teâlâ’ya hamdolsun, o bizi mutlu olmamız için yaratmıştır ve bütün sebeplerini de lütuf ve ikram etmiştir. Almasını bilmezsek ayıbı bizedir.
Sevgili Müslüman kardeşlerim, bayramınızı tebrik eder mutluluklar dilerim