Korkunun Yerine Ne Konulacak?
BU sistem bugüne kadar korku ve sindirme ile ayakta durdu. Halk, gazeteciler, muhalifler, Müslümanlar korkutularak, dehşete düşürülerek, ezilerek hizada tutulabildi.
Her geçen gün bu korku, dehşet, sindirme, ezme erozyona uğruyor.
Benim çocukluğumda bir jandarma onbaşısı on köyü titretecek bir otoriteye sahipti. Şimdi kimse kimseyi takmıyor.
Korkuya ve sindirmeye dayanan bir rejimde bunlar ortadan kalkarsa o düzen çöker.
Medenî Avrupa ülkelerinde halkı korku ile idare etmek diye bir şey yoktur. İsviçre’de, Norveç’te, İsveç’de, Finlandiya’da sistem ile halk, idarecilerle idare edilenler arasında sosyal, kültürel, siyasî bir sözleşme vardır. Taraflar ona uyarlar ve ülke bu şekilde idare edilir.
Cumhuriyet fazilet demektir. Temeli fazilet olmayıp da korku, dehşet, sindirme, ezme olan bir Cumhuriyet gerçek Cumhuriyet değildir.
Çeşitlilik ve çoğulculuk olan bir ülkede toplumsal bir uzlaşma olması gerekir.
Ülkeyi korku ve dehşet ile idare eden çeteler Türkiye’deki çeşitlilikleri birbirine düşman etmiştir.
Türkler ile Kürtler arasında fitne ve fesat tohumları ekmişlerdir. Sünnîlerle Alevîleri birbirine düşman etmeye çalışmışlardır.
Yapay olarak bir Lâik Dinci ikiliği çıkartmışlardır.
Sağcılık solculuk, şuculuk buculuk... Bu şeytanî ve makyavelist siyaset neticesinde millî ve toplumsal uzlaşmayı ve barışı berhava etmişlerdir.
Çeşitlilik içinde barışın temellerini yıkmışlardır.
Kahramanmaraş ve Sivas katliamları, Başbağlar köyü faciası hep bu çetelerin işidir.
Bu ülkedeki bütün akıllı, mantıklı, kültürlü, vicdanlı idarecilerin, okumuşların, kafası çalışanların; korku, dehşet, sindirme, ezme yerine konulacak birtakım değerler aramaları lazımdır.
Bunlar aranıp bulunmazsa Türkiye korkunç bir kaosa, dağılmaya, çözülmeye yuvarlanır.
Derin devlet çeteleri yıkmadık hiçbir şey bırakmadılar.
Lisanı, tarihi, eğitimi yıktılar. Üniversiteleri dejenere ettiler, medya mafyalaştı.
Aileyi yıktılar. Temeli aile olan bu toplum bundan sonra nasıl ayakta duracak?
Derin çeteler o kadar vicdansızca hareket ettiler ki, bozuk düzenlerine alternatif oluşmasını da önlediler. Milliyetçiliği bozdular. İslâmî alternatifi, ahlâksız ve karaktersiz birtakım sahte Müslümanlar vasıtasıyla kirlettiler.
Şu manzaraya bakınız. 2000’li yıllarda, gelişmeye, kalkınmaya, yükselmeye son derece müsait bir ülke, bir halk, bir devlet 1930’lu yıllardan kalma bir resmî ideoloji ile idare edilmeye çalışılıyor. Daha kaç yıl?
Korkunun yerine koyacak hangi değerlerimiz var?
Demokrasi mi?İçi boş ve kof bir demokrasi ile nereye kadar gideceğiz?
Kahr olsun Şeriat diye haykıran Moiz Kohen/Tekin Alp milliyetçiliği ne işe yarar?
Sabataycıların bu ülkeye kazandırabileceği bir şey var mıdır?
“Türkiye bizim sayemizde İslâm dünyasının en ileri ülkesi oldu” diye bağırıyorlar. Bırakın bu boş lâfları da şu soruya cevap verin: “Türkiye’yi niçin bir Japona, bir Güney Kore, bir Tayvan, bir Çin, bir Hindistan, bir Singapur kadar kalkındıramadınız, ilerletemediniz, zenginleştiremediniz?..”Bu soruya doğru dürüst bir cevabınız yoksa kapatın çenenizi!..
Evet, korku silâhları ellerinden gidiyor... Korkunun yerine, daha insanî unsurlar, değerler koymak gerek. Bunları bulamaz ve uygulamaya koyamazsak geleceğimizden çok korkulur.
Mü’min, Mü’min Kardeşine Taqiyye Yapmaz
BİR kısım Müslümanlar tartışma, müzakere edeplerini bilmiyor. Birinin düşüncesini, görüşünü, iddiasını beğenmeyince, hemen hakaret edenler görülüyor.En ufak bir farklılıkta, karşısındakini düşman ilan edip savaş açanlar var. Hattâ kimisi küfürle suçluyor.
Bu gibi aşırılıklar İslâm ve iman kardeşliğine sığmaz.
Tartışırken, müzakere ederken birtakım ilkelere sahip olmamız gerekir.
Birincisi sahih ve temiz bir niyettir. Yani, gerçeğin, doğrunun ortaya çıkması için tartışacağız, müzakere edeceğiz.
İkincisi geçerli gerekçelerle münakaşa ve müzakere edeceğiz.
Üçüncüsü olumlu ve rahmanî çeşitliliğe, farklılığa hoşgörü ile bakacağız.
Küfür ederek, dışlayarak değil; ikna ederek gerçekleri açıklayacağız.
Düşmanlık edeceksek, din ve iman kardeşimizin şahsına değil, (onda var olduğunu sandığımız) yanlış fikir ve görüşlerine cephe alacağız.
İslâm’da cedel ilmi denilen bir ilim vardır, tartışmalarla ilgilidir.
Bendeniz hak yol, İslâm dünyasının % 90’ının bağlı olduğu Ehl-i Sünnet mezhebidir diyorum.Benim bu fikrim, iddiam yanlışsa ilmî delillerle çürütülmesi gerekir. Bu delillerin de geçerli deliller olması icab eder. Hakaret ederek, küfür ederek, sövüp sayarak iddiam çürütülemez.
Müslümanlar tartışırken ve müzakere ederken her hâl ü kârda söze selâmla başlamalı, selâmla bitirmelidir.
Bir de, Allah’ın imanla şereflendirdiği Müslümanlar birbirlerine karşı kesinlikle taqiyye yapmamalıdır. Müslüman Müslümana taqiyye yapmaz. Taqiyye çok istisnaî hallerde, zaruret varsa yapılabilir. “Taqiyye ve kitman bizim dinimizdir... Taqiyyesi olmayanın dini de yoktur...Taqiyye günlük namazlar gibi farzdır...” gibi inançlar ve sözler bâtıldır.
Taqiyye yapmak, Müslümanı aldatmak demektir. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimiz “Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuşlardır.
Asr-ı Saadet’ten sonra Ümmet içinde, İslâm dünyasında bir sürü bozuk fırka/grup çıkacağı, sahih hadîsle sabittir. Birbirine uymayan, birbirine ters düşen, birbiriyle çatışan 73 fırkanın hepsinin doğru olduğunu iddia etmek mümkün müdür?
Müslümanlar arasında iki tür çeşitlilik vardır. Birincisi, zenginlik ve enginlik teşkil eden olumlu ve rahmanî çeşitlilikler. İkincisi, şeytanî çeşitlilikler ve tefrikalar.
Bendenize küfür ve hakaret eden bütün iman kardeşlerime selâm ve hürmetlerimi sunuyorum. Lütfen halim olsunlar. Tutarlı ve geçerli gerekçeleri varsa onların ışığında düşünce ve görüşlerini açıklasınlar, savunsunlar. İslâm kardeşliğine zarar vermesinler. Bir de bazıları kesinlikle taqiyye yapmasınlar. Neye inanıyorlarsa, nasıl düşünüyorlarsa açıkça, mertçe söyleyip yazsınlar.