Misak-ı İngilizî’yi Misak-ı Millî sanmak!
Misak-ı Millî, 1920’lerden günümüze gelen nâdir kavramlardan. Anlamı, millî and demek...
Neye ve ne zaman and içmişiz?
19 Şubat 1920: Misak-ı Millî Beyannamesi’nin Edirne Meb’usu M. Şeref Bey tarafından Osmanlı Meclisi’nde kürsüden okunması ve alkışlar içinde kabul edilmesi…(Yüzüncü yılına şunun şurasında ne kaldı?)
Bir ay geçmeden Osmanlı Meclisi’nin İngilizlerin baskını sonucu kapanması…
Artık Millî And’a Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi sahip çıkacak. Tabiî sınırlarla ilgili görüş şudur: Güney sınırlarımız Arap nüfusun çoğunlukta olmadığı yerlere göre çizilecek. Bu sınır Halep’ten geçmekte, Musul ve Kerkük’ü içine almaktadır.
Arap nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler için Ankara’daki Meclis kendi kaderini tayin hakkını savunmaktadır. Yani ne manda, ne sömürgeleşme!
Misak-ı Millî sınırları böyle ilân edilmiştir, ama hem Irak’ta, hem Suriye’de ve Filistin’de Kuva-yı Milliye teşkilatları vardır ve bu bölgeler de Ankara’dan hiza tutmaktadır…
Anadolu’da merkezleşen hükümet Yunanlılara karşı kazandığı zafere mağlub oldu. İstanbul’un, Trakya’nın işgalden kurtarılması için gerekeni yap(a)madı. Musul ve Kerkük için de aynı şey sözkonusu idi. Yapabilir miydi, yapamaz mıydı?
O zamanın yöneticileri yapılamayacağını düşünmüş olmalılar!
Lozan’da İngilizler Misak-ı Millî’nin güney sınırını tayin etti. Bu sahte bir sınırdır, nitekim demiryolu güzergâhını takip eder!
Lozan’da Musul ve Kerkük üzerinde TBMM heyeti çok ısrar etmiş, bunun üzerine İngilizler “bilahire halledelim” diyerek topu dışarı atmışlardır. Sonra da istedikleri gibi halletmişlerdir.
Yani, şimdi Misak-ı Millî sandığımız sınırlar Misak-ı İngilizî sınırlarıdır! Gafil Kemalistler bu hakikati fark edecek bilgiden ve ferasetten yoksundur.
19 Mayıs 1924’te Musul meselesi ile ilgili Haliç konferansı toplanmış, tabii ki sonuç alınamamış, İngilizler meseleyi Milletler Cemiyeti’ne götürmüştür. Bile bile lâdes: Zaten Cemiyet’in hâkimi onlardır!
İngilizler Musul ve Kerkük’ü, yani o zamanın en önemli petrol bölgelerini kontrol altına aldıktan sonra, Türkiye akla ziyan inkılâplar yapmıştır. Eğer Misak-ı Millî İstanbul Meclisi’nin kabul ettiği şekilde kalsa idi, sınırlarımız içinde daha çok Türk olmayan unsur bulunacaktı (Arap, Kürt). Bu durumda ne din karşıtı inkılâplar ulu orta yapılabilecekti, ne de sentetik türkçülük revaç bulacaktı.
Türkiye ister istemez Osmanlı devamı bir çok kültürlülük siyaseti takip edecekti. Bu türkçenin ve Osmanlı-Türk kültürünün bu bölgelerdeki kapsayıcılığını ortadan kaldırmayacaktı. Ama öyle körü körüne bir türkçülük siyaseti de güdülemeyecekti.
Gerçek Misak-ı Millî sınırları, Türkiye’nin ekonomik varlığını güçlendirecek ve büyük iktisadi sıkıntılar, yokluklar, kıtlıklar çekilmeyecekti.
Misak-ı İngilizî bizim için yanlış hesaptı! Bu hesabın Bağdat’tan döneceği kesindi. Yüzüncü yıla yaklaşıyoruz. Hesabın yanlışlığı bas bas bağırıyor.
Eğer Turgut Özal’ın kararlılığı 1990’larda askeriye tarafından benimsense idi, meselenin halline kuvvetli bir adım atılabilirdi. Daha sonra bir fırsat daha kaçırıldı. Tayyip Erdoğan’ın yasaklılığı zamanında tezkere reddedildi. Çok romantik gerekçelerle!
Mesele şu: Büyük enerji kaynakları burada ve güvenliğinin sağlanması Irak’ın üstesinden gelebileceği bir iş değil. Enerji güvenliğini sağlayacak bir gücün burayı kontrol etmesi gerekiyor.
Türkiye olmazsa İran olabilir mi?
Amerika’nın şimdiki oyunu bu…
Bu oyunu bozmak boynumuzun borcu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.