PKK'ya karşı postmodernizm eleştirisine devam!
'Ordu göreve!' demiştik bir yazımızda, hatırlarsınız... Aktütün faciasından daha büyük bir uyarı olamaz ordunun 'asıl görev'ini profesyonelce yapmaya başlaması için.
Ordu, iç siyasetle uğraşmak, postmodernizm nutukları atmak, vatandaşlarını sözde ve özde vatandaş diye ayırmak, laiklik fetvaları vermek, cumhurbaşkanının kim olacağı ve nasıl seçileceği üzerine kafa yormak, meşru hükümete karşı bildiri hazırlamak, gazetecileri ve sivil toplum kuruluşlarını andıçlamak yerine gerçek vazifesini hakkıyla yapmak zorunda. Aktütün baskını bir milad olabilir; sadece PKK'ya karşı mücadelede yeni bir stratejinin değil, ordunun siyasetten 'asli mesleğine' dönüşünün de miladı...
Hamasetin ve duygusallığın değil akılcı bir eleştirinin zamanı. Bir kez daha sorularımız acılarımıza boğulup gitmesin. Elimizde iki seçenek var: Ya geleneksel yöntemle yola devam edeceğiz; yani ağır bir militarizasyon, vesayet demokrasisi, OHAL yönetimi, Kürtlere sözce vatandaş muamelesi, JİTEM, faili meçhuller, köy boşaltmalar... Veya siyaset, şimdiye kadar hem terörle mücadelede hem de daha genel olarak Kürt meselesinde benimsenen askerî yaklaşımlarla yüzleşecek, soruna köklü çözümler getirecek inisiyatifler alacak. Toplumun çok büyük kesimleri terörle mücadeleyi sorgusuz sualsiz askere havale etmenin sıkıntılarını dillendirirken hükümet, geçersizliği Aktütün baskınıyla bir kez daha ispat edilen yöntemlerde umarız ısrar etmez.
İşte görüldü; Aktütün Karakolu üçüncü defadır ağır baskın yiyor. Tek bir karakolda verilen şehit sayısı 44. Karakol denilen şey basit bir barakadan ibaret. Terörle mücadeleye ayrılan kaynaklar, teçhizatlar, personel nerede? Yıllardır 'PKK'ya ağır darbe vuruldu' diyorlar. Geçen yıl başlayan yeni dalga sınırötesi operasyonlardan sonra da sıkça duyduk bu sözleri. 350 PKK militanının günortasında ağır silahlarla bir karakola saldırması, çatışmanın saatlerce sürmesi pek de ağır darbe yemiş bir örgütün işine benzemiyor.
Milletin acısı büyük, öfkesi kabarık... Böyle bir zamanda hataları konuşmak yerinde olmayabilir. Ama ne zaman konuşacağız? Bir sınır karakolunuz defalarca basılıyor ve siz hâlâ bu konuda bir önlem alamıyorsanız, caydırıcılık yaratamıyorsanız sorumlular işini yapmıyor demektir.
PKK ile mücadelede doğruları ve yanlışları ortaya koymak gerek. Aktütün saldırısından bir gün önceki yazımda tezkerenin yenilenmesi vesilesiyle sormuştum: 'Tezkere Meclis'e gelmeden askerin bir yıllık 'sınırötesi operasyon' döneminde başardıkları ve başaramadıkları siyasi irade tarafından incelenmiş midir? Bu muhasebeden siyasi iradenin milletle paylaşacağı bilgiler ve sonuçlar yok mudur? ... Askerî operasyonlar PKK'yı bitirdi mi? Bitirmediyse hâlâ, daha kaç on yıla ve kaç tezkereye ihtiyaç var?'
PKK'ya karşı mücadelenin yöntemi, felsefesi, araçları ve sorumluları ile yüzleşmeden bu iş bitmez. Dağlıca baskınını çözemedik; ihmal iddiaları bastırıldı. İddiaları gündeme getiren gazete Genelkurmay tarafından akreditasyon dışında tutuldu. Sonuç? Şehitler vermeye devam...
Kuzey Irak'tan gelmiş teröristler. Doğrudur. Ama Kuzey Irak'ı hani BBG evi gibi izliyorduk? 350 teröristin sınırötesinden ağır silahlarla gelip bir karakolu basmaları nasıl istihbarata yakalanmaz? Askerî bir zafiyetin olduğu kuşkusuz. Sınırötesi operasyon yetkisi bulunan asker şimdiye dek neler yaptı? Sınırın daha hemen öte tarafı temizlenememişse ne diyebiliriz ki? Yarın yeni yetki vermenin ne anlamı olacak?
Milletin öfkesini Kuzey Irak'a ve hükümete yöneltmek yerine cesurca geç kalmış bir soruyu sormak ve yüzleşmek zorundayız: Asker PKK ile mücadelede başarılı mı? Siyasete karışmakta bu kadar 'cevval' davranan askerin 'işini ne kadar iyi yaptığı' neden sorgulanmıyor?
Allah için devir teslim törenlerinde yapılan 'postmodernizm eleştirisi'nin PKK ile mücadelede faydasını anlatsın birisi bana...