Adamına Göre Muamele
İslam “silm”, yani “barış, selamet, sulh” kökünden alınan bir kelimedir. Allah katında biricikdindir. O yüzden “din” deyince sadece “İslam” akla gelmelidir. Ötesi, mecazen dindir. Anlatabilme, anlaşabilme zaruretinden dolayı ötekilere de din diyorux. Mesela “dinler tarihi”, beşeri dinler”, “batıl dinler” vs.
İslam, adı üstünde, ilke olarak daima barıştan, selametten, emniyet ve huzurdan yanadır. Nitekim Nisa suresinin 128. Ayetinde, “Barış daha hayırlıdır” buyurulmuştur. Buna rağmen birçok ayet, dinin ve devletin güvenliğini garanti altına almak için, gayr-i müslimlerden gelen zararları bertaraf etmeyi ve onların karşısında tecavüze cesaret edemeyecekleri şekilde güçlü ve metin olmayı emretmektedir.
“Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.”( Tevbe 123.)
Savaş, İslam’ın çok önem verdiği dine davet, tebliğ, irşat, talim gibi esaslara da engel olan, ulaşmak istediğimiz insanla aramızı açan, bizi birbirimizden kin ve nefretle uzaklaştıran kötü bir durumdur. Akan kanlar, yanan canlar haliyle insanları duygusallaştırarak akıllarını bürür. Kin ve nefret dolu bir kalp, acaba, söylenenler ne kadar anlar? Ne kadar makul ve faydalı da olsa kendisine yapılan böyle bir daveti r kabul edebilir mi?
Bizim en büyük amacımız, insanlara ilahî risaletin geliş hikmet ve faydasını açıklamaktır. Bu yeni risaletle önceki risaletler arasındaki bağı ortaya koymaktır, bir de kendisinden önceki davetlerle uyuşan, yüce Allah'ın hikmeti ve insanların ihtiyaçlarına ilişkin eksiksiz bilgisi doğrultusunda onları bütünleyen Allah'ın gönderdiği mesajlardan bu sonuncusuna uymanın zorunluğuna inandırmaktır.
Bu yüzden Müslümanlar, aslı İslam iken sonradan insan eliyle tahrife uğramış dinlerin mensubu olan Ehl-i Kitap'la veya tamamen beşerî dinlere mensup insanlarla dini konuşurken, olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanmaya teşvik ediliyorlar. Buna “barışın dili” diyebiliriz.
Şüphesiz savaşın da bir dili vardır.
Peki, etrafımızı ateş çemberine alan, bizi kendi yurdumuzda bombalayan, şehirlerimizi ve medeniyetimizi yıkıp harap eden bu haçlı sürülerine nasıl bir dil kullanacağız?
Bunu yapan askerler ile, bunları besleyen, bu yaptıklarını da haklı sanan arkalarındaki saf, ilgisiz, kaygısız, dünyaya dalmış, şevvetlerini gidermekten başka amacı olmayan halk kitlelerini nasıl ayıracağız? Kime hangi dili konuşacağız?
Zor bir mesele…
Mesele İslam’ın yayılması ise zoru seçmek gerek. O yüzden şu tür ayetleri unutmamak gerek:
"Onlara deyiniz ki; `Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz."( Ankebut 46.)
Bugün Batıda Müslümanlığı seçenlerin çoğu diyor ki: “Bizi İslam’ın en çok saran ve sevindiren yanı, bütün Peygamberlere iman etmeyi ve sevmeyi emretmesi ve bütün ilahî kitapları kabullenmesidir. Bu bizim içimize tamlık hissi veriyor ve kalbimizi yatıştırıyor”.
Halka sevgi dilini göstrmek durumundayız.
Ya zalimlere karşı?
Savaşan askerlere karşı?
Hayır!
Onlara en sert yanımızı gösterecek, hakim bir sesle hitap edeceğiz. Savaşacağız ve çok sert davranacağız. Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları asla merhamet görmeyeceklerdir. Çünkü onlar, “tevhid”, yani Allah'ın her hususta birliği ilkesinden sapmışlardır. Onlar da, sair müşrikler de, Allah'a birtakım sahte ilahları ortak koşmuşlardır, O'nun hayat nizamını bir kenara atıp, insan aklının ürünü başka din, ilke ve sistemlere uymuşlardır.
Bu yüzden böyleleri ile iyi ilişkiler içine girmek gerekmez. Nitekim İslâm, Medine'de bir devlet kurar kurmaz, böylelerine iyi davranarak barış için anlaşmalar yapmıştır. Ona göre normal olan da budur. Ama onlar yapılan anlaşmalara ihanet ederek savaşı seçtiklerinde, asla acımamış, çok sert savaşmış, ihanet edenleri yargılayıp cezalandırmıştır.
Bizim dinimiz açıktır. Barışta da savaşta da ilkeleri vardır. Müslüman, rastgele yaşayan ve duruma göre davranan değil, ilkelerine, kanunlarına göre yaşayan ve muhataplarına da öyle davranan insandır.