Bir büyük devlettik biz yine olacağız
1897 yılının başlarında Yunanlılar Osmanlı'dan toprak almak için yine hâmileri olan AB'den destek görmeğe başlamışlardı. Osmanlı düşmanlarının Abdülhamid'de gördükleri istihbarat ustalığını sadece ülke topraklarında geçerli sanmak gafletine düşmüşlerdir. Doğrusu da böyle bir gaflete düşmeleri ülkemiz yararına faydalı olmuştur. Çünkü farkına vardıkları takdirde dış ülkelerdeki Teşkilât-ı Mahsûsa'nın isim listelerini deşifre edip, Sultan Hamid'in ayakta tutmağa muvaffak olduğu devlet-i âliyeyi, bu haber menbalarını kurutmak suretiyle hayli zevale uğratırlardı.
Allah'dandır ki; buna fırsat bulamadılar. 1989'da "Abdülhamid Hân ve Osmanlı-Yunan Muharebesi" adıyla kaleme aldığımız ve Ferşat yayınlarınca neşredilen kitabımızın 9. sahifesinde Sultan Hamid, Başkâtib'i Tahsin Paşa'ya şunları söylüyordu: "Paşa; Yunanlıların şımarmış olan bir kısım İslâm düşmanları, hükümetlerini mutlaka sonucu kendi aleyhlerine olacak bir harekete sürüklüyorlar. Emin olarak söylüyorum, bu tavır ne kral'ın ne de erkân-ı hükümetin, hâtta ahalinin ağır başlı sınıfının tasvip ettiği bir şey değildir. Ne var ki, Karbonarilerin teşvik ve yardımlarıyla kurulmuş olan, saman altından su yürüten gizli fesat cemiyeti olan Etniki Eterya yok mu? İşte bu Yahudi uşakları bütün fırıldakları çeviriyorlar."
Bunları söyleyen Sultan Hamid işin özüne parmak basıyordu. Tabakasından aldığı bir sigarayı yakıp, dumanını savurup Tahsin Paşa'ya yeniden hitaba başladı: "Bu vaziyete dayanmak çok zor, bilmem ki ne yaparız? Bütün bu şımarıklıklara karşı şiddetle mukabele etsek, neticesi mutlaka muharebe olur. Girid'e muhtariyet vererek şiddet göstermeden meseleyi kapatmaya çalışsak o zaman da korktuğumuza haml edecekler. Yarın öbür gün diğer adalarda da muhtariyet talebinde bulunacaklar. Paşa; bil ki çok zor durumdayız."
YILDIZ SARAYINA VE SERASKERLİK KAPISINA RAPOR
1) Tırhala ile Yanya arasında asker silahları ile mücehhez başıbozuk elbiseli 3500 kişilik bir müfreze hududu geçmek istemiş fakat asakiri şahane tarafından gösterilen mukavemet üzerine geri çekilmişlerdir.
2) Kalabaka civarında kuvvetli bir çete, hududu geçmek istemişse de, ricâte mecbur edilmiştir.
3) Alasonya istikametinde 1000 kişilik sivil bir müfreze, hudud kulelerine ateş açarak ilerlemiş istemişlerse de, gördükleri mukabele üzerine ricat etmişlerdir.
4) Tekrar Kalabaka civarında, sayıları 2000 kadar tahmin edilen bir çete hudud karakollarımızdan birine taarruz ederek karakolda bulunan sekiz neferimizi esir alıp çekilmişlerdir. Bu yolla esir edilen 8 neferimiz istirdat(kurtarma)edilememiştir.
5) Yine Kalabaka civarında Osmanlı hudut karakollarından birine tecavüz olunmuş, karakol havaya uçurulmuş, bir neferimiz yaralanmıştır.
KAZANILMIŞ BİR HARP DAHİ BÜYÜK KÜLFET GETİRİR
Yukarıdaki ara başlık, Sultan Hamid'in savaş yerine sulhu bozmamayı tercihine dayandırdığı ve pek sık kullandığı terkiptir. Devletin bütün yönetimi de istese de, istemese de, bu ifadata uymaya mecburdu. Meşrutiyetin yeniden tatbikine kadar Seraskerliği devam eden Ali Rıza Paşa da padişahın bu anlayışına uymakta zorluk çekse de katlanması gerektiğinin de idrâkindeydi.
Bu arada Sultan Hamid yukarıda saydığımız beş maddeden ibaret raporun gereğince de Gâzi Müşir Ethem Paşa'yı, adını 'Alasonya Orduları Başkumandanlığı'verdiği birliklerin başına getirmişti. Mahut raporun gerek devlet adamlarının gerek ahalinin şurasından burasından haberdar olduğu görülmeye başlandıkça harp gerekir diyen sayısı hızla artıyordu.
Memâlikde; herkes, garp hududumuzdaki Yunan başıbozuğunun tacizlerini konuşuyordu. Son cümlelerin terkibi ise, 'Bunlar kaşınıyor! Bir kötek gerekir' oluyordu. Nitekim Vükelâdan bir vekil, Ali Rıza Paşa'ya: 'Yunanlı eşkıya' şeklinde tavsife geçtiğinde Serasker'in tahammül barajı, kapakları patlatacak hâle gelmiş olmalı ki, aşağıdaki ifadeyi ortaya saçtı: '..Paşalar; ne eşkıyasından bahsediyorsunuz? Hudutlarımızı tehdit edenler, megalo ideallerini gerçekleştirmek için teşkilatlanıp, Doğu Roma İmparatorluğunu yeniden kurmayı hedefleyenler; subayıyla, askeriyle, topuyla, topuyla, tüfeğiyle ve borazanıyla emir ve kumanda zinciri altında muntazam hareket gösterenler, Yunan veliahdı komutasındaki Yunan ordusudur. Siz hangi eşkıyadan bahsediyorsunuz? Böyle söyliyerek kimi aldatacağız' demek suretiyle o dönem matbuatınında gazetelerinde olaylara yer vermeye çalıştığı görüldü bu husustaki basın ambargolarının gevşetildiği müşahade olundu.
Bütün bunlar bir gün Sultan Abdülhamid Han ile Serasker arasında haritaya dayalı uzun ve samimi bir mülakat gerçekleşmesini sağladı. İzahatları alan padişahın, Seraskerine, son sözü: "sulhu yakacak harp ateşini, biz tutuşturmayalım" oldu.
Yukarıdaki savaş Avrupa askeri otoritelerinin altı ayda aşılamaz dediği Dömeke istihkâmlarının, üç gün içinde Osmanlı askerinin zir-i zeber ettiği yer hâline gelmesini getirdi. Zafer gülyüzünü Osmanlı İslâm Devletinden taraf olarak gösterdi. TÂRİHDEN HİSSE ALALIM
Dünya siyaset konjüktürü târihin hiçbir döneminde bin yıldır üzerinde yaşadığımız toprakları hesaba katmaktan uzak kalmamıştır. Her zaman da bizlere problem olmuştur. Ancak kuvvetliysen gelirsin haksızlığın hakkından, yoğ ise kuvvetin varır yolun diplomasi masasına haklı olmak şarttır amma mutlaka da güçlü olmak zorundasın. Bunu da Es-selâtü Vesselâm Efendimiz ne güzel buyurmuştur: "Düşmanın silahının fevkıinde silahla silahlanın" bu fevkalâde nasihatı bilhassa; 1973'den sonra tatbiki ileri süren milli görüş zihniyetine karşı çıkanlara bakarsanız, aynı milli görüşün mensupları olarak gördüğümüz 1976'larda Siyonist târihçi Prof. Bernard Levis'in; Yıllar Boyu dergisinde neşrolunan, kibrit kutusu kadar bir beyanatı meâlen şöyleydi: "Önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusunda milletler ve devletlerin hudutları değişecektir." Öte yandan Sayın Cıvaoğlu'nun ABD'li bir Albay'ın 'eğer değişikliğe râzı gelmezseniz savaşırsınız' sözlerini hatırlarsak, ağır sanayi hamlesini, milli harp sanayini kurmak idealizminin, karşısında olduğumuz tehlikeyle de alakalı olduğunu birlikte hatırlamış oluruz.
Karakol kendini korumak da dahil, bölgeyi gözlemek ve ilk müdahaleyi yapmak içindir. Mümtaz Yüzbaşı Mehmed Hûlusi Efendi Niçin Mağlup Olduk adlı 93 harbini anlatan eserinde der ki: "Mehmedçik varsın yatakhanede zaferi ve kahramanlığı konuşsun. Ancak Kurmaylar ise yapılan hataları tespit ve onları tekrarlamama tedbirlerine bakmalıdırlar. Milletin başı sağolsun, orduya hesap sormaya yeltenmek zamanı değil, onun kederine ortak olmak zamanıdır."
Son dakika: Doç.Dr. Oya Akgönenç açıklaması: Asıl hedef Bayraktepe idi. Aktütün şehidleri direnerek vazifelerini yerine getirdiler. Nur içinde yatsınlar.
Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.