Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

​“Allah dostlarına çırak olmak”

​“Allah dostlarına çırak olmak”

Çırağı olacağımız bir ustamız, yâni “Bir Hoca” mız var mı? Allah yoluna girme sanatını ve irfanımızı öğreneceğimiz bir üstaddan, bir mürşidden bahsediyoruz. Ustası olmayan Müslümanların hâli malûm. Modern hayatın girdabında yaşayan insanlar, Allah yoluna girme sanatını öğrenecekleri “usta”dan mahrum ve habersiz yaşıyorlar.

İrfanımızı öğreten bir ustanın dükkânına, yâni dergâhına varmadan önce “çıra” mânasına gelen “çırak” olmaya tâlip olmak gerek. Eğitilmeye muhtacım diyen bir çırağın ilk işi kendisine yol gösterecek bir usta, yâni bir mürşid-i kâmil bulmaktır. Çırak olmak için de önce kalp ve gönül yapan bir ustanın yanında seyr ü sülûk denilen mânevî yolculuğa çıkmalı...

Bâyezîd-i Bistâmî Hz.lerinin sözüyle “Üstadı olmayanın şeyhi şeytandır.” Bu sebepledir ki yanıp tutuşan bir “çerağ” olmaya niyet etmeli. Niyetimizi gerçekleştirmenin yolu ise bu geleneğin ustası olan Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak” kitabındaki “Bir Ustaya Çırak Olmak” yazısını meşk etmekten geçiyor.

“BENİ YAK, YANDIR” DİYEN ÇERAĞ OLMAK                                                                                                                                                                      Yazıdan hülâsa ettiğimiz şekliyle “bir ustaya çırak olmanın” yolu şöyle anlatıyor:

“Çün bilirsin ki yakar âteş-i gam cân u teni / Ne var ey kân-ı kerem sen de çerağ eyle beni. (Veysî) [Ey kerem sahibi! Bilirsin ki canı da teni de gam ateşi yakar. Öyleyse ne olur, beni çırak eyleyip (ateşinle tutuştur ki ben de candan ve tenden geçebileyim).]”

 

“Çerağ, Farsçadan dilimize geçen ve kandil, mum, meşale gibi ışık veren nesneler için kullanılan bir kelime. Türkçede ‘çıra’ ve ‘çırak’ şeklinde yeni anlamlar yüklenmiş iki farklı telaffuzu daha var. Çıra ile daha ziyade çam ağacının çabuk tutuşan yağlı parçacıklarını kastediyoruz. Çırak ise bir ustanın yanında zanaat veya sanat öğrenen kimse anlamına geliyor. ‘Çerağ olmak’ her iki anlamı da ifade ediyor. Şair, hem ‘beni yak, yandır’ demek istiyor; hem de ‘öyle bir yetiştir, terbiye eyle ki çıra gibi kolay ve çabuk yanabilecek bir kıvama gelebileyim’ demek istiyor. Peki, Hak âşığını kendisine çırak eyleyip onun ateşini alevlendirecek usta kimdir? Beyitte ‘kân-ı kerem’, yani lütuf ve iyilik kaynağı, tükenmeyen ikram sahibi olarak nitelendirildiğine göre bu usta ‘Hayrü’l-Beşer’ ve ‘Rasul-i Ekrem’ olan Efendimiz s.a.v.’dir öncelikle. Bütün Hak âşıkları, ilahî aşkın ateşini O’ndan aldıkları için O’nun çerağı yahut çırağıdırlar. Böyle olmak zorundadır, çünkü Allah aşkının ilk ve en kuvvetli ateşi O’nun gönlünde yakılmış; bu aşk ateşi, Peygamber mirasçısı âlimlerin, velilerin, salihlerin gönüllerine oradan alınan kıvılcımlarla taşınmıştır. Sonraki zamanlarda aşk ateşini bir meşale gibi elden ele, gönülden gönüle taşıyan muhabbet sultanlarının hepsi, Rasulullah s.a.v.’e çerağ yahut çırak olmakla, yâni O’na tam bir ittiba ile kazanmışlardır bu payeyi. Zira çıraklık ustaya tabi olmayı gerektirir.”

KEREM SAHİBİ USTANIN YANINDA NASIL DURMALI?

Çırak olmanın ulvî değeri böyle. Şairin, kerem sahibine “beni yak, yandır” diye feryat edişi yüreğimize ateş verdiyse şayet, şimdi de “çerağ” ımızı alevlendirecek ve “aşk ateşiyle başımızı hoş edecek” mürşid-i kâmilin tâlimgâhında, yâni ustanın dükkânında neler öğreneceğimizi okuyalım: 

“Âlemlerin Efendisi’nin aşk ateşi, bu aşktan dolayı dünya hayatında en fazla sıkıntı ve eziyete maruz kalmış bir insan olması hasebiyle, aynı zamanda gam ateşidir. Bu anlamda gam ateşini talep, aslında sıkıntılara tahammül gücünü ve dünyaya istiğnayı taleptir. Türlü meşakkatlere hiç şikâyetsiz tahammül etmek; pişmeye, olgunlaşmaya imkân verdiği için gam ateşini nimet bilmek, elbette aşkla, dünya hayatının faniliğinin her dem şuurunda olmakla, bâki olana, tek ve mutlak Sevgili’ye yönelmekle mümkündür. Bu talep kerem sahibi ustanın ancak fiilen müdahalesi ile gerçekleşebilecektir. Çıraklık da usta ile yüz yüze, diz dize bir eğitim sürecidir. Peygamber mirasçısı Allah dostlarına çırak olmak, Rasulullah s.a.v.’e çırak olmaktır. O ustalar, Allah Rasulü’nden ne almışlarsa onu verir, onu öğretirler size. Veysî’den iki asır sonra Kayserili Âşık Seyranî, “Bir ustaya olsam çırak / Bir olurdu yakın ırak” mısralarıyla yine gam yahut aşk ateşini talep etmekle birlikte, bu talepteki maksadını da dile getirmektedir. Kendisine çırak olunan usta, aşk derdiyle başını hoş eylediği, her türlü eza ve cefaya direnmeyi öğrettiği âşığın böylece fena bulmasını, ölmeden evvel ölmesini sağlayacaktır.”

İşte böyledir bizim irfanımız. Modern câhiliyenin bir beşeri olmaktan kurtulmak istiyorsak, bir “usta” mız olmalı ve dizinin dibine oturmalıyız…

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi