Gaza Gelmemek 3
Önceki yazılarımızda aceleciliğin zararlarını anlatmış ve “Düşman onu vaktinden önce harekete geçirmek için türlü türlü oyun yapar. Canını yakar. Zorlar ki erken hareket etsin. Kendisini yenecek imkanı elde etmeden işini bitirsin. Artık bundan sonrası zor bir savaştır. Savaş demek bir yerde irade gücü demektir, oyun, taktik, hile demektir. Her şey çok acımasızca kullanılır.” demiştik.
Düşmanın oyunlarından birisi de hasmını gaza getirmektir. İstihbarat gücüyle ona öyle bilgiler ulaştırır ki muhalif güçler “zamanı geldi” kanaatine sahip olurlar. Bazen de üçüncü bir yabancı devlet veya istihbaratı devreye sokarak hasımlarını kışkırtır, “haydi şimdi” diyerek kıyama kışkırtır, kalkıştırırlar. Oysa bunlar bir oyundur, bir tuzaktır, ama maalesef bu oyuna gelen muhalifler tuzağa düşerek isyan ederler. Harekete geçtikten sonra henüz zamanı gelmediği belli olur ama hareket bir kere başlamıştır. Durmak çok zordur.
Böyle bir ortamda karar vermek elbette çok zordur. Eğer devam edilirse, harekete geçenlerin ve yakınlarının bir mağlubiyet sonunda biçilip yok edilmeleri muhtemeldir. Az da olsa kazanma şansı var mıdır? İşte bunu değerlendirmek çok zordur.
Eğer varsa ihtimaldir ki hareket devam ettirilecektir.
Yok eğer başarı şansı hiç yok ise, boşuna insanları kırdırmaya gerek yoktur. O zaman hareketin lider kadrosu kendisini feda ederek hiç olmazsa bazı masumları kurtarabilirler. Bu da gelecek için bir imkan olabilir.
Türkiye’de Şeyh Said isyanı böyle olmuştur. Aslında Şeyh Said’in bir isyan teşebbüsü yoktur. Maksadı Ankara’ya “yapılanların dine ters düştüğünü ve vaz geçilmesi gereğini bildirme” çabasıdır. Diyarbakır’a gelip postahaneden telgraf çekme niyetleri vardır. Ama hareketi isyana dönüştürecek öyle istenmedik olaylar olur ki, Şeyh Said birden kendisini bir isyanın ortasında bulur.
Aslında onun bir iki sene bekleyip daha büyük hazırlık yapma niyetinde olduğunu yazanlar da vardır. Ama rejim onu bir köyde kıstırmış, izzet ve şerefini çiğnemiş, onu ve adamlarını isyana zorlamıştır. Sonunda iki taraftan da Müslümanların öldüğünü gören Şeyh Said oturup ağlamış, “ben bunu istememiştim” demiştir. Evet, ister istemez erken veya yersiz hareket etmiş, yok yere faydasız kan dökülmesine sebep olmuş, ağır bedeller ödemiştir.
Acaba Çeçenistan cihadı da böyle mi olmuştur? Cevher Dudayev hangi şartlarda kiminle istişare ederek bu hareketi başlattı bilemiyoruz. Ama güç dengesi hiç gözetilmediği belli olmuştur. Oysa Allah Teâlâ’ya tevekkül ve itimat kadar sünetullaha bağlı olmak da vardır. Bu denge iyi korunmalıdır.
En son Suriye faciası da maalesef büyük bir felaket ve çok ağır bir kayıptır. Baba Esed zamanında da kıyam eden İhvan-ı Müslimin, temkin görüşüne kulak asmamış, hareketi erken başlatmıştı. Nitekim Hafız Esed zalimi Hama ve Humus şehirlerini havadan bombalattı. Müslümanlar çok büyük kayıplar verdi.
Bu oğul Esed zamanındaki kıyamı da şehrimize gelen Suriyeli alimlere sordum. “Bu kıyamı oturup planladınız mı? Hareketi yönlendiren bir alimler veya kanaat önderleri gibi bir kurul var mıydı? Hareketin başlamasına siz mi karar verdiniz? Alimlerin bu konudaki görüşleri nelerdir?”
Maalesef ortada ne alimler var, ne de bir kurul var. Hareket şöyle başlar:
Bir kasabada çocuklarını almaya giden ana babalara karakoldaki polisler, “gidin kendinize yeni çocuklar yapın. Bunlardan umudunuzu kesin” demişler. Onlar da “biz yeni çocuk yapmayız. Kendi çocuklarımızı isteriz” deyince, alçak polisler, “kadınlarınızı getirin, sizin yerinize biz çocuk yaparız. Şimdi defolun buradan” deyince ipler kopmuş. Kıyam böyle başlamış. Zaten Arap baharı olayları ile ortam hazır, maalesef Suriye muhalefeti birden kendisini savaşın ortasında bulmuş. Ne alimlerin görüşü, ne kıyam fetvası, ne temkin, yani hazırlık safhası, hiçbir şey yok.
Sonuç ortada.
İşte bu olayı anlatan bir gazete yayını:
(Devam edecek)