Menemen Olayı
Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetine göre, her şey apaçık ortada: “Menemen’de ayaklanan dinciler, üzerlerine gönderilen yedek subay Kubilay’ı kesti!”
“Resmi tarih” de zaten yıllardır aynı şeyi söylüyor: “Gericiler Menemen’de ayaklanıp, Kubilay’ı şehit ettiler.” Yani, “resmi tarih” cephesinde yeni bir şey yok!
“Resmi tarih”le ilk tanışmam ortaokul sıralarında oldu. Okul müdürümüzün isteği üzerine bir duvar gazetesi çıkarmış, ilk başmakalemi de özene-bezene yazmıştım. Ancak duvara astıktan yirmi dakika kadar sonra, bizzat Müdür Bey tarafından duvardan söküldü: Makalem “resmi tarih” tezine aykırı bulunmuştu. Halbuki görüş bile beyan etmemiş, yalnızca tarih kitabındaki bir çelişkiyi dikkate vermiştim. Müdür Beyin buna tepkisi çok sert oldu: “Sana gazete çıkar dedikse, ortalığı karıştır demedik. Sana mı kaldı devletin ders kitabını tenkit etmek?..”
Sonra hafiften gülümsedi. Gözlerimin içine baktı ve iki satır öğüt verdi: “Bak evlâdım, bu kafayla gidersen, hayatın boyunca başın beladan kurtulmaz. Hele okulunu bitir, büyü, bir yerlere gel, bir baltaya sap ol; bunları ondan sonra konuşur, yazarsın.”
Aradan yıllar geçti, ama Müdür Beyin “sonra”sı hiç gelmedi! Oysa okullarım bitmiş, gazeteci olmuş, üst üste konduğunda boyumu geçecek kadar kitap yazmıştım. Müdür Beyin deyişiyle, “bir baltaya sap” olmuştum çok şükür.
Fakat hâlâ inandığımı yaşayamıyor, düşündüğümü yazamıyorum. Hâlâ “sus, söyleme” diyorlar, “söylersen başın derde girer!” Hele konu yakın tarihe ilişkin ise, ya resmi tarih tezini savunacaksınız, yahut ebediyen susup oturacaksınız!
Lâtife Hanım’ı bile susturanlar, hiç bizi konuştururlar mı?
Bu girişten sonra, yakın tarihimizde, “resmi tarih tezi” ile alternatiflerinin kıran kırana çatıştığı meşhur Menemen Olayı’na gelebiliriz…
“Resmi hizmete mahsus” tarihçilere göre, olay, “mürtecilerin cumhuriyeti yıkma girişimi”dir. “ötekiler”e göre ise, kafaları esrarla dumanlanmış birkaç “meczup”un densizliğinden ibaret bir “zabıta vakası”dır.
Taraflar, tarihi bir olayın üstünden bir birleriyle kavga ederken, tarihin kendi gerçeği yine güme gider: Doğrular ya toz-duman arasında kalır, ya da bir kavram kargaşasına kurban edilir.
Dürüst tarihçi bilir ki, ne “resmî” söylemin tümü yalan, ne alternatiflerinin tamamı doğrudur. Soğukkanlı ve anlamak amacıyla tarihe gidilirse, zaten kendini açacak ve doğruyu sunacaktır.
Ne var ki, taraflar “doğru”yu değil, kendi tezlerinin delillerini aramaktadırlar. Bulduklarıyla tarihin sırlarını çözmeyecek, sadece bir birlerini vurmakta silah olarak kullanacaklardır!
Bir grubun “ak” dediğine, öteki grup “kara” diyecek, her biri kendi taraftarları nezdinde büyüyecek, “Resmî tarihçileri pes perişan ettin abi”, ya da, “Dincileri kasıp kavurdunuz üstat” övgüsü eşliğinde, bir “sözde görev”i daha tamamlamış olacaklar!
Gerçek şu ki, tarihi siyasallaştırmak ne kadar yanlışsa, peşin hükümlere kanıt bulmak için tarihe gitmek de o kadar yanlıştır.
çünkü tarih ne bir savaş alanıdır, ne de bir savunma refleksi: Tarih bir “ilim”dir ve ancak doğru algılanıp dosdoğru yansıtıldığında milletlerin önünü aydınlatır.
Gelin bu perspektiften Menemen Olayı’nın özüne bir daha bakalım…
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan (Mustafa Kemal Paşa'nın eski silah ve dava arkadaşları olan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Dr. Adnan Adıvar’ın öncülüğünde 17 Kasım 1924’te kurulmuştur. Amasya Tamimi ile Kurtuluş Savaşı'nı başlatan beş veya yedi kişilik kadronun Mustafa Kemal hariç, tüm üyeleri Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucu ve liderleri arasında yer almıştır.
Kurulduğu günden itibaren milletin büyük ilgisiyle karşılaşan yeni parti, 2 Mart 1925'ten itibaren hükümet kaynaklı şiddetli baskılara maruz kalmış, nihayet 5 Haziran 1925’te kapatılmıştır. “Cumhuriyet düşmanlığı, saltanatçılık, halifecilik, İngiliz yandaşlığı, isyan kışkırtıcılığı ve vatan hainliği” ile suçlanan kuruculardan bazıları 1926'da idam edilmiş, bazıları ise yurtdışına sürgüne gönderilmiştir) beş yıl sonra (12.07.1930), Atatürk’ün teşviki, hattâ ısrarıyla (Atatürk yeni partiyi yakın arkadaşı Fethi Okyar’a kurdurmuş, CHP'den yetmiş kadar milletvekilinin bu partiye geçişini İsmet İnönü’nün tepkisine ve itirazına rağmen sağlamış, ayrıca kız kardeşi Makbule Hanım’la Genel Sekreteri Nuri Conker, yakın dostu şair Mehmet Emin Yurdakul, Türkçülük akımının önde gelen isimlerinden Ahmet Ağaoğlu ve İbrahim Süreyya Paşa gibi dava arkadaşlarını üye yapmıştır) kurulan Serbest Cumhuriyet Fırka’sının akıbeti de aynı olmuştur. Kuruluşundan sadece beş ay kadar sonra (18 Aralık 1930), yine “irtica” suçlamasıyla kapatılmıştır. “İrtica” suçlamasıyla üst üste iki parti kapatılmıştır, ama ortada “irtica” ithamını haklı gösterecek hiçbir olay mevcut değildir. Yani İsmet Paşa’nın başında bulunduğu Halk Partisi hükümetinin “irtica” ithamının havada kalmaması için “irticai bir hareket”e ihtiyacı vardır.
Ne tesadüftür ki, Menemen Olayı, İnönü iktidarının böyle bir ihtiyaç içinde kıvrandığı günlerde patlak verir. (23 Aralık 1930=Yani Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldıktan tam beş gün sonra)
Dolayısıyla, dürüst tarihçinin kafasını kurcalayan pek çok sual havada kalır.
Sorulara inşallah devamında bakalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.