Bize gelen, bizimle giden
Herkes ömrünün tek öğrencisidir. İnsanın kendi içinde yaşadıklarını kim ne kadar bilebilir, anlayabilir?
Tanıdığımız veya tattığımız birçok şey için sonunda şunu söyleriz: 'Güzel sanmıştık, değilmiş güzel.' Bilgi edinmek ile tecrübe etmek arasındaki farklardan biri de budur. Tecrübe, insanı yalnızlaştırır. Her konuda daha temkinli yapar. Mesela haksızlığa maruz kaldıkça toplumdan uzaklaşır, içinize kapanırsınız. Bu bir kusur mudur? Hayır. Tedbir almaktır. Bazı kimseler bunu anlayamaz. Kibir olarak görür. 'Kendini beğenmiş de ondan uzak duruyor' gibi.
Günlerin ne getireceğini bilemeyiz. Kader, aynı zamanda yürüyen hükümdür. Gitmeyi planladığımız yere o çoktan varmış olur. Bizi bekliyordur. Yanında ne vardır? Sır.
Kendi adıma, helal dairesinde kalarak dünyadan hevesimi almaya çalışıyorum. Kazanınca sevinmediğim, kaybedince üzülmediğim şeylerin peşindeyim. Bunların ne olduğu elbette kişiye göre değişir.
Sadece güzelliğin değil, çirkinliğin de nerede karşımıza çıkacağını bilemeyiz. Öyle iyi bir yerde kötülükle karşılaşırız ki, inanmak istemeyiz. Bu beni şu dizeye götürmüş bulunuyor: Kimsemiz kalmadı aşkın yanında.
***
Ercan Yıldırım, “samimiyetsizlik, en büyük sorunumuzdur” demişti. Samimiyet neydi?
Sultan Abdülhamid Han'ın yeniden hayat bulduğu günlerdeyiz. Çeşitli projeler, kıyaslamalar, konferanslar, diziler, yayınlar, ajanslar vs. Buna itirazımız değil, desteğimiz olur ancak. Öte yandan, şunu da kesin biçimde biliyoruz: Sultan Abdülhamid Han dönemine ait, yani onun tuğrasını taşıyan paralar, pullar, fermanlar, belgeler ve objeler tarihlerinin en düşük değerinde alınıp satılıyor. Özellikle bizim camiada, bunların yüzüne bakan pek yok. Adına 'kültür' dediğimiz şey işte buradan başlıyor. Birikimlerimizi emlakla, arsayla ve buna benzer yatırım araçlarıyla değerlendiriyoruz. Evvela sözümüzün, iddiamızın içini doldurmalıyız. Tarihimize ve oradan gelen hatıralara sahip çıkmalıyız. Siyaseten değil, kalben yapmalıyız bunu.
Yazıya başlamadan evvel ömrünü eski eserlere vermiş bir duayenle konuştum. Dışardan biri. Şunları söyledi: “Muhafazakârlar iktidara gelince, imkâna kavuşunca, Osmanlıya ait eserlerin kıymetleneceğini düşünmüştük. Tam tersi oldu.” Yeterli midir, bilmiyorum.
Tarih bazen eşitler. Mesela yüz sene sonra padişah ile muhalif aynı siperde, safta buluştu. Abdülhamid Han ve Mehmet Akif diyelim. Evet, hakkaniyet. Bir asır sonra bizler kimlerin yanında duracağız, olacağız? Bunu bir düşünelim. Ne kadar ulvî sözler edersek edelim, hakikat şudur: Hepimiz doğma büyüme dünyalıyız.
Bir ümit niyetine ekleyelim: Her türlü özenin uzağına düşmüş insanlardan olamayız.
***
Ne demişti Said Yavuz? “Sana gelen anlamın önünden çekil.” Bize gelen anlamın önünü nelerle dolduruyor, kapatıyoruz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.