Safları sıklaştırmalıyız
Yedi yıldır buradan yazıyor, sesleniyorum. Çeyrek yüzyıla yakın bir zamandır hep aynı şeyi söylüyorum. Bugün gelinen yer beni haksız çıkarmıyor.
Her fırsatta batı dünyasının bizim için yanlış adres olduğunu söylüyoruz. Oraya ait değiliz. Onlar gibi olamayız.
Bunları yazdığımız vakit, bazı itirazlar geliyor: Hangi devirde yaşıyoruz? Artık dünya değişti. Bu çağda bu kafa.
Yeni bir çağda yaşadığımıza ve dünyanın gerçekten değiştiğine birçoğumuzu inandırdılar. Ben inanmadım. Değişen yok, dönüşenler var sadece.
Bosna'dan soykırım haberleri gelmeye başladığı zaman biz hiç şaşırmadık. “Avrupa'nın orta yerinde ve üstelik yirmi birinci yüzyıla girerken böyle bir şey nasıl olur” diye şaşıranlar vardı.
Batılı ülkelerin geçmiş sabıkasını sayacak değiliz. İsmet Özel'den ödünç alıp söyleyelim: “Her şey ben yaşarken oldu.” Gözümüzün önünde.
Allah zalime, kötüye ve bâtıla fırsat vermesin. Bizim çabamız da bu yönde olsun. Aradığı fırsatı, boşluğu onlara vermemeliyiz.
Ellerine fırsat geçerse ne oluyor?
Amerika'nın sadece birkaç günlük utanç karnesi: Yatsı namazı kılınırken caminin yerle bir edilmesi (Halep), elli ailenin yaşadığı okulun bombalanması (Rakka), bir evin bodrum katına sığınan sivillerin katledilmesi (Musul). Utanırlar mı? Hayır.
Önleyici saldırı adı altında sayısız mümine kıydılar. 'Orada olabilir' şüphesiyle binlerce masumu şehit ettiler. Bu katillere şimdi de onaysız vurma ve suikast izni verildi. Düğün evi, hastane, ekmek fırını, insanî yardım merkezleri vs. Onlar için adresin herhangi bir önemi yok.
Ellerine fırsat geçtiğinde bize de aynısını yapmayacaklarının garantisi var mı? Küçük bir ipucu: Fransızlar Adana bölgesini işgal ettiklerinde gönüllü Ermenilerden birlikler oluşturmuşlardı. (1919) Bunun kötülüğünü anlayabilmemiz için 1909 Adana Olaylarını iyi bilmemiz gerekiyor.
İçimizdeki hainleri de ihmal etmeyelim. Zırhlı araçlar için üretilen mühimmatı insanların üzerinde kullandılar. Şehit polislerimizin erimiş tabancaları daima aklımızda olsun. Öfkemiz geçmesin.
Batı dünyasının geldiği son noktaya hep beraber şahitlik ediyoruz: Önceden ülkemizdeki işbirlikçilerine örtülü destek verirlerdi. Şimdi ise saklama veya saklanma ihtiyacı hissetmiyorlar. Her şey aşikâr. Meydan ortaya çıktı artık. Kim işbirlikçi, kim değil, gayet net görülüyor.
Hain haini, zalim zalimi, münafık münafığı, yalancı yalancıyı bulur. Müminlerin birbirini bulması ise bu kadar kolay olmuyor maalesef. Şu halimize bir bakalım. Unuttuğumuz bir şey var mı? İyi düşünelim.
Suriye'de zalimler nasıl da bir araya geldi. Rusya, Amerika, İran, Suriye rejimi ve terör örgütü aynı safta. Avrupa devletleri ülkemize karşı hemen birleşti. Uzun aradan sonra bir konuda birlik oldular. Buna karşılık biz ne yapıyoruz?
Yaşananların hak ve bâtıl mücadelesi olduğu kesin bir biçimde görülüyor. İspata gerek kalmadı. Peki, ne yapmalıyız?
Tehditler, şantajlar, operasyonlar ve kirli ittifaklar eşliğinde ilerleyen bu kara siyasete karşı nasıl bir tavır belirlemeliyiz?
Ülkemizin aleyhine olan gelişmelere sevinenler, dara düştüğümüzde üzülecekler mi?
Artık safları sıklaştırmanın vaktidir. Ayrılıkları ve eleştirileri ertelemeliyiz. Particiliğin sırası değildir. Kusurları kurcalamak yerine kapatmayı tercih etmeliyiz. Kültür sanattan medya ve siyaset dünyasına kadar hayatın her alanında. Daha da ileri gidecekler çünkü.
16 Nisan'da yapılacak referandumu ülkemizin iç meselesi olarak görüyor, biliyorduk. Türkiye'nin kendi özgür iradesiyle atacağı her adım, birçok devleti ve şirketi yakından ilgilendiriyormuş meğer. Belki bu, gücümüzü ve aslımızı hatırlamamıza vesile olur. Nerelerden dönüyoruz, onu gösterir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.