Ya Bizler?
Hz. Peygamber efendimiz (AS) bir savaştan dönmüştü. Adeti üzere mescide girdi. Orada iki rekat namaz kıldı. Her seferden dönüşte, önce mescide girip namaz kılar, sonra Hz. Fatıma’ya, daha sonra da hanımlarına uğrardı. Bu onun adetiydi.
Namazdan sonra yine önce Fatıma’ya uğradı. Hz. Fatıma onu kapıda karşıladı. Ağlayarak babasına sarıldı ve yüzünü gözünü öpmeye başladı. Hz. Resulullah:
-Niçin ağlıyorsun? diye sordu ciğerparesine. Hz. Fatıma da:
-Ya Resulullah! Seni, rengi solmuş, elbisen eskimiş bir vaziyette gördüğümden, dedi.
Resulullah (sav):
-Ey Fatıma ağlama! Allah senin babanı bir vazifeye memur etti. İstenilse de istenilmese de yeryüzünde insanın yaşayabildiği her yere bu din girip yayılacak. Benim vazifem de bunu temin için çalışmaktır, buyurdu.
Bu dinin yayılması bir vazife olarak Peygamberimize verildiği andan itibaren o, tıpkı kendinden önceki peygamberler gibi, sabah, akşam, gece, gündüz, uzak yakın, savaş barış demeden, her türlü sıkıntılara, eziyetlere, işkencelere, ambargolara, dayaklara, öldürülme teşebbüslerine aldırmadan herkesi İslam’a davet için imkan aramış, fırsat kollamış, cehd ve çaba sarfetmiş ve yaşlı çocuk, hür köle, kadın erkek, zengin fakir, siyah beyaz» yerli yabancı, dost düşman demeden insanları İslam’a çağırmıştır. Ashabı da aynen onun yolunda yürümüşlerdir.
Bütün bir cahiliyet, bu çabaların, gayretlerin, cehdlerin, cihadların sonunda biiznillah İslam’a yerini terk ederek, bütün pislikleriyle, kötülükleriyle, münkeratıyla, günahlarıyla, fısklarıyla, fuhuşlarıyla, zulümleriyle, asilikleriyle, bâğilikleriyle defolup gitmiştir.
Ama kolay olmamıştı bu başarı. Demin saydığımız düşmanlardan gelen türlü türlü işkencelere, açlık, susuzluk, hastalık, elbisesizlik, gurbetlik gibi kötü hayat şartları ve imkansızlıklar da ekleniyordu. Sabır taşı çatlardı belki katlandıklarına.
Örneğimiz olan Resulullah ve sahabiler işte ortada. Ya bizler?
Evet, şimdi yeryüzünde yaşama sırası bize geldi. Bir başka deyişle imtihan sırası. Tabi bu dini tebliğ sırası da. Çünkü İslam’ı yaşamak kadar yayamak da bir vazife ve sınava dahil.
Acaba bu konuda bizler ne yapıyoruz?
Yarın mahşerde yan yana gelebilirsek onların yüzüne nasıl bakacağız? İşini yapmış insanların rahatlık ve huzuru ile mi, yoksa vazifeden kaytarmış birer suçlu olarak mı?
Ne dersiniz, bu bakışa kendimizi hazırlıyor muyuz?