Neye maruz kalıyoruz?
Ülkemizde ve çevremizde kibrin ve kinin neye karşılık geldiğini çok sık görüyoruz. Her ikisine de maruz kaldık, kalıyoruz.
İnsan birçok şeyini saklayabilir. Sırrını, hayalini, gerçek fikrini. Fakat kibrini ve kinini ancak bir yere kadar saklayabiliyor. Sanki ötesine müsaade edilmiyor.
Kibir, ruhun kiridir. Vücudumuzu kolaylıkla temizleyebiliriz. Ruhumuz ne olacak? Bu temizliği nasıl yapacağız? Zor soru.
Milleti hor gören azınlık şu sıralar pek mutsuz. Halk Partili vekilin 'evet oyu verenleri denize dökeceğiz' açıklaması, kibrin bir kez daha ortaya çıkmasından başka bir şey değil. Aslında ne olduklarını ilân etmiştir. İlkelerini yeniden hatırlamış olduk: Halka rağmen halkçılık, her fırsatta orduyu göreve çağıran sözde demokratlık, batıya bağımlılık üzerine kurulan bağımsızlık vs.
Ataullah İskenderî'nin hikmetli sözlerinden biri: “Bazen edep, kısmetine düşene razı olmaktır.” Kısmet, yaratıcının bize verdiği kıymet olabilir mi? Halk Partisi'nin kısmetine düşen, girdiği her seçimi kaybetmek galiba.
Kibri başka kimlerde buluyoruz? Hangi adreste oturuyor? Birkaç gün önce, paralel ihanet şebekesiyle ilişkili bazı tutukluların tahliye edilmesine yönelik bir operasyona şahitlik ettik. Sosyal medyada gördüğümüz: Küçük bir umut ışığı oluşur oluşmaz tekrar harekete geçiyorlar. Yaptıkları karşısında zerre pişmanlık taşımıyor, utanma duymuyorlar. Bunları hep haklı ve daima alacaklı yapan şey nedir? Tek kelimelik bir cevabımız var: Kibir.
Kibrin şaşırttığı ve şımarttığı insanlara ne anlatabiliriz? İkna olanını görmedim diyebilirim.
Ortak tecrübe ve düşüncelerden biri: Kibir, haset hastalığını da beraberinde getiriyor. Başkalarının kısmetine, nasibine göz dikiyoruz. Bir adım öne çıkanı düşman belliyoruz. İstiyoruz ki sadece biz olalım, bizim olsun. Paralel çetenin ülkemizdeki cemaatlere bakışı, onlarla ilişkisi bir fikir verebilir. Erbakan ve Erdoğan'ın ilerleyişi karşısında nasıl bir rahatsızlık duydukları aşikâr.
Hak ve Bâtıl ayrımında ölçümüz bellidir: 'İnanıyorsanız üstünsünüz.' Kendi içimizde ise üstünlük ancak takvadadır. Müminlere kibirle, ecnebilere tevazuyla yaklaşanlar bizden olabilir mi?
Yaşamak için illâ bir başkasını yok etmemiz gerekmiyor. Ev yeri açmak için ağaçları kesmeye benzemez bu. Bazılarına şunu sormak icap ediyor: Sen yaşayacaksın diye biz ölelim mi?
Kin tam burada karşımıza çıkıyor.
Öfke gözümüzü, kin gönlümüzü karartır. Biz aklı başında bir öfkeden yanayız. Gözünü karartmayan kahraman veya kurtarıcı olamaz. Gönlünü karartana ise zalimlik kapısı açılmış demektir.
Suriye'de çocukların kimyasal silahla katledilmesi, derin ve tarihî bir kinin neticesidir. Terör örgütü mensuplarının üç ülkede birden yaptığı fenalıkların kaynağı kindir. Kin duygusunun bir özelliği de ileri derecede kullanılmaya müsait olmasıdır. Bunları kullanmayan kaldı mı?
Acımızla beraber öfkemiz de büyüyor.
Bu yakıcı kibir, yıkıcı kin ve yorucu düşmanlık karşısında ne yapmalıyız?
Evvela sağlam duracağız. Birbirimize kenetleneceğiz. Ayrılıktan ve fitneden ısrarla kaçınacağız. Kibrin seline kapılmayacağız. O selin bizi nereye götüreceğini bilemeyiz. Kinin karanlık dünyasına teslim olmayacağız. Eksiklerimizi tamamlamaya, kusurlarımızı gidermeye çalışacağız. Çalışmalıyız.
Kusur bahsine bir örnek verelim: İslâm âleminde bir mezalim olduğu vakit, 'nasıl tepki verecekler' diye gözlerimizi hemen batı dünyasına çeviriyoruz. Bazen gözümüzle birlikte gönlümüz de çevrilir. Bir müddet sonra olaylara başkalarının gözüyle bakmaya başlarız. Bizi bekleyen tehlikelerden biridir bu.
Son sözümüz: Elbet bizim de çağımız gelecektir. İnanıyoruz ki gelmek üzere.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.