Kanla Beslenen Sistem
Bir önceki yazımızda Aktütün Karakolu baskınındaki akıl almaz işleri gündeme getirmiştik.
Bir gazeteci yazıyor: “Devletin üç farklı istihbarat birimi, bizim duyduğumuz gibi "bir şeyler olacak" şeklinde de değil, adı sanı ile, basılacak karakolun da ismini vererek gerekli makamları uyarmışlar.
Kanaatimizce, verdikleri istihbaratın yeterli ciddiyetle ele alınmadığını düşündüklerinden olacak, açıkça olmasa da, "bir şeyler olacak" bilgisini, en azından tarihe not düşmek için basında güvendikleri isimlere de fısıldadılar.
Bizlere sızan, "buralara dikkat edin! Çok pis işler dönüyor!" fısıltılarının aslında vatansever vicdan sahibi devlet görevlilerinin çaresiz çığlıkları olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyoruz.”
Sızan bu bilgideki şu not çok önemli: "buralara dikkat edin! Çok pis işler dönüyor!"
Biz de sormuştuk: “Pis işler” ne demek?
Bu insan zihnine bir sürü çok kötü şeyler çağrıştırıyor…
Birileri ucuz politikalar üretmek için kan mı istiyor?
Kendince bu vampir gibi kanla beslenen bu bozuk düzeni korumak için, neresinden tutsan elinde kalan bu köhne sistemi korumak için birileri, “ortam kıvama gelsin” mi diyor?
12 Eylül’den önce de onca can “kıvama gelsin” diye akıtılmıştı. Seyirci kalınmıştı mahsustan. Bunu işin içindekiler dillendirmişti sonradan.
12 Mart’ta da aynı filmi gördük. Bunların çok daha çirkin ve acemisini 28 Şubatta yaşadık.
Duyduğumuza ve okuduğumuza göre 27 Mayıs darbesi de böyle oynanmış…
Neler oluyor?
Yine mi benzer senaryolarla karşı karşıyayız?
Meclis açılıyor; asker gelmiyor, yargı gelmiyor. Ama devletin her kademesi askerin ve yargının her törenine gidiyor. Hatta bazen hakaret yemeyi bile sineye çekerek…
Bu nasıl bir iştir böyle?
Yargı, milli iradeye karşı naralar atıyor. Üniversiteler milli iradeyi tanımıyor. TÜSİAD kendini hükümet sanıyor. Çeteler her yere sızmış. Medya nerde bir kaos varsa oradan canlı yayın yapıyor. Adam yerine koyup beğendiğimiz Rifat Hisarcıklıoğlu gibiler, değil kendilerine, arkadaşlarına yargıdan davet geldiğinde, yargıyı değil, hükümeti hedef alarak yeri göğü inletiyor. Taşaron terör örgütleri parayı kim verirse ideolojisine bakmadan ortalığı kana buluyor. Milliyetçilik ve ulusalcılık adı altında milletle açıkça savaşılıyor…
Bunlar vahim olaylar…
Bu arada PKK da vuruyor. Ama onun hakkında da bir sürü yayın yapılıyor: PKK derin devletin emrinde kuruldu ve yine onun emrinde çalışıyor. Öcalan da görevli biri. Bazı rütbeli askerlerle daime görüşmeler yapmışlar. Öcalan belli şartlarla bizzat kendisi Türkiye’ye teslim olmak istemiş. Detaylar insanın aklını alıyor…
Evet, şu sorular can yakıyor: neden böyle bol ölümlü eylemler, hükümetlerin çok önemli icraatları öncesinde oluyor?
Sahi neden?
Sonuçta millette bir güven bunalımı başlıyor ve soruyor: “Biz kime güveneceğiz?”
Yine geliyoruz iktidardaki hükümete; işinizi yapın Allah aşkına. Siz de havale etmeyin birilerine bizi. Ne istediğimizi biliyorsunuz. Sizden özgürlük ve güven istiyoruz. Barış ve huzur istiyoruz. Sosyal adalet, gelir dengesi ve hukukun üstünlüğünü istiyoruz. Milli değerlerimize bağlı bir eğitim ve öğretim istiyoruz.
Çok şey mi bunlar?
Değildir elbet. Ama bunu yapmazsanız, en çok da sizin başınıza çorap örülecektir, bunu bilmiyor olamazsınız.
Menderes’i bilmiyor olamazsınız.
Demirel’in altı kere keyfinden gitmediğini bilmiyor olamazsınız.
Hadi geçmişi bir kenara bırakalım, son seçime nasıl bir ortamla girdiniz, bunu siz yaşadınız.
Tevekkül ve teslimiyet, kul kendine düşeni yaptıktan sonra makbuldür. Değilse acizlik olur. Acziyet ise ayıplanacak bir durumdur.
Tamam, aynı gemide yaşıyoruz. Gemiyi delenleri durdurmak gerekir. Tamam, durdurayım derken, kavga ile dengesini bozarak alabora olmamasına da dikkat etmek gerekir.
Tamam ihtiyat, tamam tedbir, tamam teenni, tamam sabır…
Ama asla acziyet değil. Bunu görmek istiyoruz…
Tevekkül ile acziyet arasındaki ince çizgiyi gösterin bize. Ümit verin, kıvanç verin böylece. Verin ki mutmain olalım, huzur bulalım.
Değilse, bizim tahammül gücümüz de tükeniyor maalesef.
Hoş bir şey değildir bu… Hiç değil.